tag:blogger.com,1999:blog-28012614865721116862024-02-19T17:16:46.088-08:00Out Of TimeMantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.comBlogger55125tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-30528061329081165802010-08-07T05:48:00.000-07:002010-08-07T14:48:27.106-07:00Inception ve Christopher Nolan<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVa7lhpxp6wYw8OpTa0gRUAx9XtJadBFR__KRoO5MUEZVK6uU80mXn3a_NHKmXoqTEuInX2Q_QW2NyevJpKalZyriJ9MCFH8iSfTadmoS6PDgkRIgTaR4_ND2i_Tdq-5JAdGfMjORebI8/s1600/inception-2010-wallpaper.jpg"><img style="display: block; margin: 0px auto 10px; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 209px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhVa7lhpxp6wYw8OpTa0gRUAx9XtJadBFR__KRoO5MUEZVK6uU80mXn3a_NHKmXoqTEuInX2Q_QW2NyevJpKalZyriJ9MCFH8iSfTadmoS6PDgkRIgTaR4_ND2i_Tdq-5JAdGfMjORebI8/s400/inception-2010-wallpaper.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5502667946502617970" border="0" /></a><br />Öncelikle, korkmayın. Bu filmde en ufak bir spoiler yoktur. Öyle eşşek bir adam değilim ben, yapmam öyle şey.<br />Christopher Nolan ne içiyo, ne kullanıyo bilmiyorum ama 7. filmi Inception'ı izledikten sonra psikolojiye özellikle psikanalize derin bir ilgi duyduğuna emin oldum. Öyle ki; Batman'e bile evirip çevirip psikolojik derinlik katmayı başardı. Batman Begins'te bugüne kadar hiçbir yönetmenin yapmadığını yapıp bizlere Bruce Wayne'in çocukluğuna indi, bilinçaltını gösterdi, The Dark Knight'a psikolojik bir derinlik katıp Bruce Wayne'in kimlik bunalımını gösterdi. Nolan elbette boş bir adam değil. Deli gibi Zizek, Lacan, Freud okuduğuna bir şeyler hakkında kafa yorup akıl yürüttüğüne eminim. Bunları yapmayan bir adam böyle şeyler yazamaz.<br /><br />Chirstopher Nolan'ın en büyük numarası psikolojik derinliği ve bunalımı çok iyi kullanması ve psikolojik gerilimi oldukça iyi vermesi. Film bitene kadar ne olup bittiğini, biteceğini siz de karakter ya da karakterlerle birlikte bilemiyorsunuz. Bu ilk filmi Following'ten beri böyle. Memento ve The Prestige'in sonuna kadar ne olacak? diye bekleyişimiz ve bizi ters köşeye yatıran tokat gibi çarpan sonlar.. Inception'da da aynı durumdan söz edebiliriz. Film bitene kadar gözlerinizi ve aklını, fikrinizi filmden alamıyorsunuz ve nasıl geçtiğini, bittiğini anlamıyorsunuz.<br /><br />Inception, Nolan'ın auteur sinemasının bir devamı devamı gibi. Filmin uslubu Memento ve The Prestige'deki uslupla aynı. Nolan Batman'lerde biraz yapımcıların isteği biraz da Batman'in bir 'comic' olması sebebiyle uslubundan 'biraz' çıkmak zorunda kalmıştı ama yine de bizlere Nolan Batman filmi çekerse böyle çeker dedirtmişti (psikolojik derinlik ve gerilim, olay örgüsü, sinematografik ögeler vs..) Inception'ın The Prestige ve Memento'dan en büyük farkı çok daha büyük bir bütçeye sahip olması. Sanırım Batman serisi Nolan'ın işine yaradı ve yapımcılardan sınırsız kredi almayı başardı. Artık Nolan'ın o harika beyni olduğu gibi sinemaya aktarılabilecek. Inception gibi bir filmi yazabilmek için dahi olmak lazım. Memento ve The Prestige'den sonra Nolan'ın bir sinema dahisi olduğundan şüpheleniyodum Inception'ı izledikten sonra şüphem yerini kesinliğe bıraktı.<br /><br />Filmde oyuncu ve mekan seçimi oldukça yerindeydi. Leonardo Di Caprio gözümde her geçen gün daha çok büyüyor ve günümüzün en iyi aktörü olduğu konusunda artık hiç şüphem yok. Bunu elbette yaptığı tercihlere borçlu. Di Caprio'nun son 10 yıldaki seçimlerine baktığım zaman bir tane bile burun kıvırdığım film göremiyorum. Özellikle önce Shutter Island'da sonra Inception'da karşıma çıktıktan sonra gözümde daha da büyüdü. Di Caprio'nun Inception'daki rolu Shutter Island'daki rolune bir açıdan oldukça benziyor. Di caprio'nun iki filmdeki ailevi sorunları, çocukları ve eşiyle arasındaki ilişki oldukça benzer. Di Caprio şu an en verimli zamanını yaşıyor. Aynı 10 yıl önceki Brad Pitt gibi...<br /><br />Filmdeki diğer oyuncular için aynı memnuniyetten bahsedemiycem sanırım. Joseph Gordon Levitt'in oyunculuğu yeterliydi ama iyi değildi, çok daha iyi bir seçim yapılabilirdi (Sam Rockwell mesela)(Sam Rockwell fetişim burda da karşımıza çıktı. evet.) Ellen Page'in oyunculuğu için de aynı şeyi söyleyebilirim. Tom Hardy benim için yeni bir keşif ve oldukça yerinde bir tercih. Ken Watanabe için zaten söyleyecek söz yok, tecrübesini konuşturmuş ve oyunculuğu buram buram uzak doğu kokuyor, olması gerektiği gibi...<div><br /></div><div>Uzun sözün kısası, Nolan günümüzün en önemli yönetmeni. Bu su götürmez bir gerçek artık.. Hadi senaryonun, sinematografinin, görsel efektin, kurgunun mükemmelliğini bi kenara bırakın sırf son zamanların en iyi oyuncusu olan Leonardo Di Caprio'yu izlemek için bile bu sıcakta hiç üşenmeyip sinemaya gitmek gerekir. Felsefi ve psikolojik derinliği aksiyonla bu kadar güzel birleştiren bir film daha varsa o da Matrix'tir sanırım. Inception defalarca izlenmesi gereken, çözülmesi ve keşfedilmesi gereken bir sürü düğümü olan akılla oynayan,erin bir film. Siz de bir Matrixseverseniz üstüne bir de Nolan ve Di Caprio'dan hazediyorsanız aman sabahlar olmasın. Hemen gidin, klimalı bir salonda püfür püfür izleyin, kendinize de iyi bakın.</div>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-40957996143608799212010-07-07T04:41:00.000-07:002010-07-07T05:08:14.611-07:00Top 5 - En İyi Türk KlipleriOldukça kısır olan ve her biri neredeyse birbirinin kopyası olan türk klipleri arasında sıyrılmayı başarmış, başarmakla da kalmamış üstüne bir de benim beğenimi kazanmış 5 klibi sıralayasım geldi. ben de aklıma ilk gelenleri sıraladım.<br /><br />1- Orhan Atasoy - Gemiler<br />Orhan Atasoy'un Gemiler klibi mfö'yle başlayan türk video klip tarihinin kanımca en ayrı klibidir. Klibin Godard'ın Weekend'indeki meşhur trafik sahnesini andıran tek çekim (elbette gizli kesmeler olabilir ama gizli kesmeli klip bile bana o zamanların türk klipleri için oldukça fantastik geliyo) planları, mizansen ve elbette şarkının güzelliği ve uyumuyla kesinlikle bugüne kadar türkçe bi şarkıya yapılmış en önemli kliptir gözümde.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/0gFUiaDU2p0&hl=en_US&fs=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/0gFUiaDU2p0&hl=en_US&fs=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /><br /><br />2- Athena - Kayıp<br />Gökçe Pehlivanoğlu'na saygı sebebi... Athena'nın olgunluk dönemine denk gelen bu harika şarkı ancak bu kadar güzel bi kliple süslenebilirdi. Kliplerde animasyona her zaman ilgi duyan bünyede çeşitli olumlu tepkimelere yol açabilecek bu harika klip artık türk şarkılarına çekilen kliplerde de yeni bi şeylerin olması gerektiğini göstermiştir bizlere.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/zJaLzUxkfvE&hl=en_US&fs=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/zJaLzUxkfvE&hl=en_US&fs=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /><br />3- Sertab Erener - İncelikler Yüzünden<br />Türkiye'de (hatta belki de dünyada) bugüne kadar yapılmış en güzel, en özgün kliplerden biridir heralde bu. İzledikten sonra ister istemez tüyleri diken diken ediyor. O kadar samimi ki, hem kendi çocukluğunu hem de hiç tanımadığın iki çocuğun (sertab ve serdar erener) çocukluklarını özletiyor, o kadar doğal ki bambaşka bir hayata özendiriyor, o kadar gerçek ki insanın inanası gelmiyor, kurgusu o kadar güzel ki hem eskiyi hem de yeniyi aynı anda tattırabiliyor, görüntüler o kadar amatör ve özgün ki ister istemez "eskiden güzeldi" dedirtiyor..<br />daha fazla 'anlatamam gördüklerimi', siz en iyisi klibi izleyin ve hep incelikli davranın...<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/9nKKHTyhc2Q&hl=en_US&fs=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/9nKKHTyhc2Q&hl=en_US&fs=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /><br /><br />4- Sibel alaş - Adam<br />Eminim yaşıtım olan bi çok kişi "eskiden bi klip vardı çok güzeldi lan" diyerek hatırlıyodur bu klibi. Küçükken izlerken çok farklı, şimdi izlerken de çok mistik ve güzel geliyo gözüme. Bu da zamanının ötesinde kliplerden biri elbette.. Herkes devamlı zoom-in, zoom-out yapan bi kameranın önünde kollarını sallayarak şarkı söyleyerek klip çekerken farklıyı arayanlar her zaman güzel işler yaptı. 'Adam' da bunlardan biri sanırım.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/SU-OMID26SA&hl=en_US&fs=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/SU-OMID26SA&hl=en_US&fs=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object><br /><br />5-Kurban - Sorma<br />Tamam, mesaj kaygılı bi klip olabilir. Ki Kurban'ın son albumu de derin mesaj kaygıları taşıyan, dinlerken ''öeah yeter vaaz mı dinliyoruz, şarkı mı dinliyoruz'' dedirten bi album olmuş. Kurban'ın özellikle Deniz Yılmaz'ın bi 'mesaj kaygısı' olduğu ortada. Ama bu, ortaya çıkanların hep en güzellerden olduğu gerçeğini değiştirmez. Deniz Yılmaz ne çalsa,izlettirse izler,dinlerim. Klibi izlerken 1996 yılında çekildiğini bilerek izleyin. Dediğimi anlayacaksınız. <br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/3GmvLrCB1kw&hl=en_US&fs=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/3GmvLrCB1kw&hl=en_US&fs=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-70271062843648468522010-05-13T14:38:00.000-07:002010-05-13T14:44:00.049-07:00Clementine Kruczynski<a style="font-style: italic;" onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ_Q0m1kEqmbOVwBcFrH83m-xGMVh21lLpgk5c4sIcexSh5nGn8NgGTiYf3BI4Idr7NZi2OEVrnlfuRZK0GIzXs-_FPoZc7UFDZdP_5BdyO2hGGWJ6HVwnNyoKKpcJFjddvfSHKn_jrF0/s1600/12slde311.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 354px; height: 261px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZ_Q0m1kEqmbOVwBcFrH83m-xGMVh21lLpgk5c4sIcexSh5nGn8NgGTiYf3BI4Idr7NZi2OEVrnlfuRZK0GIzXs-_FPoZc7UFDZdP_5BdyO2hGGWJ6HVwnNyoKKpcJFjddvfSHKn_jrF0/s320/12slde311.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5470872672686309954" border="0" /></a><br /><span style="font-weight: bold;font-size:130%;" ><span style="font-style: italic;"> “Sometimes I don’t think people realize how lonely it is to be a kid”</span></span>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-19306080894962704002010-04-19T09:17:00.000-07:002010-04-19T09:46:07.023-07:00French Teen Idol - (Un)Told Prejudices25th hour çok beğendiğim bir film değil. Bi kere dağınık gelmiştir hep bana. Her ne kadar ufak güzellikler bulundursa da genel olarak işlemeye çalıştığı konu ya da konular da pek ilgimi çekmemişti. Ama sanırım Edward Norton'ın ayna karşısındaki harika monologu değil koskoca kötü bir filmin, dünya sinema tarihinin en önemli monologlarından biridir gözümde.. Üstelik Amerika'daki outsiderları (elbette 'sadece' outsiderları değil, en çok onları) yerden yere vuran, dibine kadar ırkçı olan bu molonogun, vakt-i zamanında Amerika'da yıllarca outsider muamelesi görüp itilip kakılan zenci ırkına mensup bir yönetmenin filminde yer alıyor olması da ayrı bir ilginç tabi.<br /><br />Velhasıl kelam, French Teen Idol almış bu monologu, altına da harika bir müzik döşeyerek belki de filme yapılabilecek en güzel soundtracki yapmış.. Hatta şurdan hem izleyebilir hem de dinleyip keyfine varabilirsiniz:<br /><br /><object width="400" height="300"><param name="allowfullscreen" value="true" /><param name="allowscriptaccess" value="always" /><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=4621027&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" /><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=4621027&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" width="400" height="300"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/4621027">(Un)Told Prejudices - French Teen Idol</a>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-60436428419173066252010-03-06T15:16:00.000-08:002010-04-04T05:38:28.751-07:00Precious<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi71OJAX2XuRATyBVaRoEwJZmuRZbT_FoqM0AQ82AcjeQ0uXQjA2UfwynIoNSMi7pjzfecFMKK6MurJADztZTHygqT9LVs20NvZ8EmllacOX0iRzx1SJn02-FLkcpOPOfDgggO5OOwV7-Y/s1600-h/precious.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 268px; height: 397px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi71OJAX2XuRATyBVaRoEwJZmuRZbT_FoqM0AQ82AcjeQ0uXQjA2UfwynIoNSMi7pjzfecFMKK6MurJADztZTHygqT9LVs20NvZ8EmllacOX0iRzx1SJn02-FLkcpOPOfDgggO5OOwV7-Y/s400/precious.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5445677772606563506" border="0" /></a>"I'm tired Ms.Rain..."<br /><br />Precious'ın yorgun olmak için oldukça haklı sebepleri var.. Henüz 16 yaşındaki bir kızın kaldırabileceği acılardan çok daha fazlasını yaşamış. Onu ayakta tutan tek şey hayalleri. Filmin konusu bize her ne kadar çok uç noktalarda gözükse de aslında oldukça yakın. Çocuk istismarı oldukça vurucu ve gerçekçi bir dille anlatılmaya çalışılmış ve ortaya böyle bir film çıkmış.<br /><br />Film teknik açıdan "oldukça" yetersiz. Gereksiz zoom-in zoom-outlar, gereksiz jump-cutlar ve yetersiz steady cam kullanımı beni oldukça rahatsız etti. Teknik yetersizliklerin yanı sıra filmi bazen sağırlar için hazırlanan sesli kitapmış gibi düşündüğümü de belirtmek isterim. Zira yönetmen alta döşenen (çoğu) gereksiz görüntüler eşliğinde dinlediğimiz kitaptan alınmış pasajları görselleştirme gereği duymamış ve filmin bir uyarlama mı yoksa kitabın ta kendisi mi olduğu sorularını aklıma getirmiştir. Bence bir uyarlamanın en önemli güzelliği ve zorluğu o kitabı görselleştirebilmektir. Her satırı görselleştirilen uyarlamalar en başarılı uyarlamalardır. Fakat yönetmen o satırları görselleştirmek yerine direk Precious'ın ağzından seyirciye vermeyi yeğlemiş.<br /><br />Filmde Gabourey Sidibe'nin performansı oldukça etkileyici ve vermesi gereken bütün duyguları vermiş. Mo'nique'in performansı ise gerçekten inanılmaz. Oscarı alacağını ve adaylar arasında kesinlikle en çok onun hakettiğini düşünüyorum.<br /><br />Dibine kadar dramdan hoşlananlar ya da hep mi güleceğiz canım? diyenler mutlaka izlesin. Aslında demeyenler de izlesin. Herkes izlesin.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-74374949353132432492010-02-26T15:00:00.000-08:002010-02-26T16:03:18.352-08:00Keep TalkingUzun zamandır bi şarkı hakkında yazmıyodum. Ama bu şarkı gerçekten etkiledi beni. Division Bell'de o kadar birbirinden güzel şarkı varken bu şarkı öyle bir dikkatimi çekmişti ki daha ilk dinleyişimde. Pink Floyd'un comfortably numb'tan sonra sözlerini en beğendiğim şarkısı bu sanırım. Hatta biraz daha zorlarsam en tepeye çıkarabilirim belki.<br /><br />Söylemediklerinizi ya da söyleyemediklerinizi, başkasının size söylemediklerini ya da söyleyemediklerini o kadar güzel anlatıyo ki bu şarkı. Zayıflığımızı anlatmaktan kaçınıcak ya da karşı tarafın zayıf olduğumuzu düşüneceğini düşünücek kadar zayıf mıyız? Kafamızdan geçenleri anlatmakta neden bu kadar zorlanıyoruz? Neden köşede öylece yalnız oturmayı tercih ediyoruz ki? Nereye gidiyoruz? Napıyoruz?<br /><br />Sanırım konuşmalıyız.<br /><br />So..<br />It doesn' t have to be like this. All we need to do is make sure we keep talking..<br /><br /><object width="320" height="265"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/CN0eWYPnNmc&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/CN0eWYPnNmc&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="320" height="265"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-27820873227302061432010-02-24T11:45:00.001-08:002010-04-18T09:21:50.258-07:00Heligoland<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiHtiSY60rXxLNWtpM7WBcpcK58vbiZABHAy21Q7xPprCI7sLTQVAJSyzzJjLWB7rqQlMifuQbks0eZcGvBk1EcJ0FXg7T7Bi2pA0Jq85DCETwe7zfTS1nA7aB_U8GPctGD3-Dw3MyIaQ/s1600-h/ma_heligoland_lores_drk.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 354px; height: 354px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiHtiSY60rXxLNWtpM7WBcpcK58vbiZABHAy21Q7xPprCI7sLTQVAJSyzzJjLWB7rqQlMifuQbks0eZcGvBk1EcJ0FXg7T7Bi2pA0Jq85DCETwe7zfTS1nA7aB_U8GPctGD3-Dw3MyIaQ/s400/ma_heligoland_lores_drk.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5441918490678819186" border="0" /></a><br />Gereksiz bi takıntım var sanırım. Müzisyenlerin gün geçtikçe üretkenliklerini kaybedeceklerini hiçbir zaman eskisi kadar güzel müzik yapamayacaklarını, en sonunda da "yapamıyoruz artık abi, herkes kendi yoluna artık.." diyerek müziği bırakacaklarını düşünürüm. Manyak mısın nesin arkadaşım? diye soracak olursanız cevap veremem zira ben de bilmiyorum, olabilirim. Üstelik bu saçma düşüncemi çürütecek birçok örnek varken (blur'un 6 yıllık uzun bir ara vermeden önceki, bir nevi veda niteliğindeki son şarkıları 2003 yılında yaptıkları out of time, Pink Floyd The Division Bell gibi bi güzellikle veda etti, depeche mode hala harikalar yaratıyor, vs.) ben hala ısrarla beğendiğim müzisyenler güzel şeyler yaptıkça gereksiz bir şekilde şaşırıyorum.<br /><br />Heligoland de bu güzel şeylerden biri. Albumleri arasındaki süreleri gittikçe açıyolar (ilkle ikinci arasında 3, 2 ile 3 arasında 4, 3 ile 4 arasında 5, 4. albumle 5. album arasında ise 7 yıl var) fakat her albumde "beklediğimize değdi" dedirtiyolar.. Heligoland elbette Massive Attack'ın en iyi albumu değil ama en iyi albumlerinden biri. Hatta Mezzanine'dan sonra en iyi albumleri dersem gözüm şöyle bi 100th window'a takılır, önce bi yutkunurum sonra da kararımın arkasında cesurca dururum.<br /><br />Heligoland'i bu kadar güzel kılan dinler dinlemez alıştığımız Massive Attack tadını vermesinin yanı sıra birbirinden harika vokallerin albume büyük katkı sağlamış olmaları. Kendimi bildim bileli derinden aşık olduğum, ismini, sesini, kendisini her gördüğümde, duyduğumda derin bir nefes aldığım güzellik Hope Sandoval, Tricky'den dolayı zaten Massive Attack'a ve bu tarza yakın olan Martina Topley-Bird, Angel'daki vokaline hayran olduğumuz, 12 yıl sonra tekrar Massive Attack'a çok şey katan Horace Andy, hakkında konuşmaya başlasam hiç susmayacağıma emin olduğum Damon Albarn, pray for rain'deki harika vokali sayesinde tanıdığım Tunde Adebimpe ve son olarak Robert Del Naja albumde 1 ya da 1'den çok şarkı seslendirdiler ve albumun bu denli güzel olmasına katkı sağladılar.<br /><br />Albumun klibi Hope Sandoval'in vokal olduğu Paradise Circus şarkısında çekildi (bir de splitting the atom'a çekildi ama o single'a çekildi sanırım). Klibi hemen şuracığa embed etmek isterdim fakat öyle her yere embed edilecek bir klip değil bu klip. Klipte eski, çok eski bir porno yıldızının, porno görüntüleri eşliğinde porno film çektiği yıllarda neler yaşadığı kendi ağzından anlatılıyor. Ayrıca bi tek ben mi farkettim bilmiyorum ama Massive attack'ın görkemli şarkı finali gibi bi imza takıntısı var sanırım. ("görkemli şarkı finali". bu da iyiymiş. evet.). Daha önce Butterfly Caught'un son 1 dakikasında, live with me'nin son 40 saniyesinde rastlamıştım "görkemli finaller"e. Klipte ise bu saniyelere porno filmin erkek aktörünün boşalma sahneleri konulmuş (şaşırmayın. dedik ya porno filmden görüntüler var diye?). Bu şarkının güzelliği daha güzel anlatılamazd sanırımı.. Bu şarkı 5 dakikalık bir orgazmdır ve finali de orgazmın doruk noktasıdır, boşalma gibidir. Fakat klip hiçbir şekilde (sansurlenemez, sansurlenirse ortada klip diye bi şey kalmaz) hiçbir müzik kanalında, bırakın müzik kanalını Youtube'ta bile gösterilemeyecek sanırım. Ama zaten grubun reklama dahi ihtiyacı olmadığını düşünüyorum, onlar da hemfikir olmalılar ki böyle bir klip yapmışlar.<br />(http://special.the-raft.com/massiveattackdvd/paradisecircus_full.swf)<br /><br />Müzisyenler yaşları ilerledikçe üretkenliklerini yitirirler bir yanılgı, saçma bir düşüncedir. Massive Attack'a bana bunu bir kez daha kanıtladığı için teşekkür ediyorum, bir sonraki albumleri için bir daha 7 yıl beklememelerini diliyor, gözlerinden ve dumanlı kafalarından öpüyor esenlikler diliyorum..<br />Ama heralde bu kadar güzel bi album bi daha yapamazlar yea? Yaparlar mı lan acaba?Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-38462182252968071902010-01-27T19:47:00.000-08:002010-01-27T23:18:50.399-08:00Micmacs à tire-larigot<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhifEU4iHxMrW1Su40mE1z1LSGFBUAWsfa6SPOQOrgINPu4-SdMPIour97MlnhkX0E8R2eIokIYdXDgs1H5kq_qmgCHNAgOMzbc2xDD4vjRioskeeUVaWnVQ5OsPumsYXPiD8sbtQU911Q/s1600-h/micmacs_a_tire-larigot.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 273px; height: 364px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhifEU4iHxMrW1Su40mE1z1LSGFBUAWsfa6SPOQOrgINPu4-SdMPIour97MlnhkX0E8R2eIokIYdXDgs1H5kq_qmgCHNAgOMzbc2xDD4vjRioskeeUVaWnVQ5OsPumsYXPiD8sbtQU911Q/s400/micmacs_a_tire-larigot.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5431633680222284514" border="0" /></a>Micmacs en sevdiğim 'masal anlatıcısı' Jean-Pierre Jeunet'nin yıllardır beklediğimiz yeni filmi. Harika fragmanından anladığımız kadarıyla film buram buram Jean-Pierre Jeunet kokuyor. Bu filmin Jeunet'nin 5 yıl aradan sonra çektiği ilk film olmasının dışında bir başka büyük önemi daha var. Önce Walt Disney'in bağımsız film şirketi olan Miramax'la, sonra Warner Bros'un bağımsız film şirketi olan Warner Independent Pictures'la çalışan ve son olarak bu filminde bağımsızlıktan çıkıp Warner Bros'la çalışan Jeunet tarz olarak bağımsız gibi gözükse de artık bağımsız değil ve bir şirkete bağlı. Umarım bu durum Jeunet'yi kısıtlamamıştır ki ben Jamel Debbouze'la yaşanan anlaşmazlığı bu duruma bağlıyorum. Dogma95 akımını başlatıp, sonra dayanamayıp sonuna kadar ihlal ederek kendi lafını, kendi akımını yiyen Lars von Trier gibi (her ne kadar iyi ki ihlal etmiş, böylesine güzel filmler yapmış desek de) Jean-Pierre Jeunet de amerikan yapım şirketlerinin maddi cazibelerine dayanamayıp çarka dahil olmaya başladı sanırım..<br /><br />Filmin fragmanından anladığımız kadarıyla, özellikle Amelie'nin renklerine ve anlatım tarzına çok yakın. Jeunet'nin favori oyuncusu Dominique Pinon yönetmenin diğer 4 filminin 3'ünde (delicatessen, la cite des enfants perdus ve amelie) olduğu gibi bu filmde de var. Filmin senaryosu yine her zamanki gibi Jean-Pierre Jeunet ve Guillaume Laurant tarafından yazılmış. Daha önce amelie ve un long dimanche de fiançailles'de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel'in yerine ise bu filmde japon görüntü yönetmeni Tetsuo Nagata var. Daha önce birlikte çalıştığı, alışık olduğu isimlerle çalışmayı seven Jeunet bu filminde başrol olan Bazil rolu için daha önce Amelie'de birlikte çalıştığı Jamel Debbouze'yi düşünmüş fakat daha sonra anlaşamamışlar ve rol Fransa'nın bir başka ünlü komedyeni Dany Boon'a gitmiş. Filmin galası geçtiğimiz eylül ayında Toronto International Film Festival'da yapıldı ve kasım, aralık aylarnda Fransa ve Amerika'da vizyon girdi. Ülkemizde ise ne zaman vizyona gireceği hatta girip girmeyeceği bile henüz belli değil.. Şimdilik fragmanıyla yetiniyoruz. Siz de izleyiniz, siz de yetininiz, esen kalınız.<br /><br /><div><object height="247" width="320"><param name="movie" value="http://www.dailymotion.com/swf/xajmid&colors=background:878282;special:FC0000;&related=0"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowScriptAccess" value="always"><embed src="http://www.dailymotion.com/swf/xajmid&colors=background:878282;special:FC0000;&related=0" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="247" width="320"></embed></object><br /><b><a href="http://www.dailymotion.com/video/xajmid_micmacs-trailer-2_shortfilms">Micmacs trailer</a></b><br /><i><br /><a href="http://www.dailymotion.com/tr/channel/shortfilms"></a></i></div>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-64223341487468638292010-01-25T08:49:00.000-08:002010-01-25T09:07:20.057-08:00Lhasa de Sela<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4nuuO1XQi8tq8fiUIgucsJ8vqzU2b5fUnSEY3nNBYgF7_-1NaQ1GNjoUIfW5VHkqa9e7knODgMyb9bRR9xtpZL4GzgZ99vV5JvVlUJKThWebIxM54dTstpw-cphX-j_hXm1be1fkh-3Y/s1600-h/lhasa.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 342px; height: 228px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4nuuO1XQi8tq8fiUIgucsJ8vqzU2b5fUnSEY3nNBYgF7_-1NaQ1GNjoUIfW5VHkqa9e7knODgMyb9bRR9xtpZL4GzgZ99vV5JvVlUJKThWebIxM54dTstpw-cphX-j_hXm1be1fkh-3Y/s400/lhasa.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5430724471534729986" border="0" /></a>Pa'Llegar a tu Lado'da "önce kaybolmam, çok yol katetmem, yanmam lazımdı, yanına gelebilmek için" dedi.. Ve gitti... Çok yol katetti, yandı, kayboldu..<br /><br />Sadece dinlediğim şarkılardan ve Youtube'taki canlı performanslarından tanıyorum onu. Başka bi şekilde de tanıyamazdım zaten. Yani hep bir aygıt aracı olmuş. Bi video kamera ya da ses kayıt cihazı.. İstediğim zaman videolarını izleyebilirim ya da şarkılarını dinleyebilirim.. Bunları yapmam için onun yaşaması gerekmez, biliyorum ama neden bilmiyorum sanki o bana çok yakınmış da artık uzaktaymış, yokmuş gibi geliyor. Halbuki hiç tanımadım ki onu, uzaktan bile görmedim hiç. Sesini de canlı canlı dinlemedim. Onu hep kolonlardan duydum. O beni hiç tanımadı ama ben onu 'kaybetmiş' gibi üzülüyorum. Onun gittiğine, bi daha hiç gelmeyecek olmasına çok üzülüyorum..<br /><br />Hala onu dinliyorum. Biliyorum, dinlemem için yaşaması gerekmiyor. Bilmiyorum, ama garip bi şekilde ben onu özlüyorum... O güzel yüzünü, o güzel sesini, o güzel konuşmasını özlüyorum sanırım.. Hiç tanımadığım birini özlüyorum, gidişine üzülüyorum.<br /><br />Umarım rahat uyursun, hakettiğin yere gidersin gibi saçmalıklara girmeyeceğim çünkü o yok oldu. O güzel ruhu da onunla birlikte yok oldu ama umarım kaybolunca gitmek istediği yerdedir şimdi..<br /><br /><object width="480" height="295"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/ThwGKsjiZiw&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/ThwGKsjiZiw&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="295"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-90596670233340324402010-01-21T17:06:00.000-08:002010-01-22T08:39:02.548-08:00The Hurt Locker ve Kathryn Bigelow<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhw5mDlCDzGqOq5bpMRteNRmV8o92A_h2AwsIVhyZs45nvXJRRkae91EPwLaEAE1A6YVYb4swZiTp9VrQOwOvUyvc0qXSsiU9k9aQ7oYkPLk4kO8w4irKgomvBVyvDa7JbbAfN8CSsbzJE/s1600-h/hurt_locker_poster2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 209px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhw5mDlCDzGqOq5bpMRteNRmV8o92A_h2AwsIVhyZs45nvXJRRkae91EPwLaEAE1A6YVYb4swZiTp9VrQOwOvUyvc0qXSsiU9k9aQ7oYkPLk4kO8w4irKgomvBVyvDa7JbbAfN8CSsbzJE/s400/hurt_locker_poster2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5429373482123855586" border="0" /></a><br />Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, kısırlığından dem vurduğum, eski ihtişamını, bereketini yavaş yavaş kaybettiğini düşündüğüm Amerikan sinemasının bu yıl izlediğim açık ara en iyi filmi The Hurt Locker. Açık ara olması da az önce bahsettiğim kısırlığın bir sonucu. Eskiden Forrest Gump'ın The Shawshank Redemption ve Pulp Fiction'dan oscarı kaptığına üzülürken, şimdi anca bir filmi açık ara favori gösterebiliyoruz. O da tabi ki The Hurt Locker.<br /><br />The Hurt Locker sadece bu yıl değil genel olarak da izlediğim en iyi savaş filmlerinden biri diyebilirim. Ne duygu sömürüsü var, ne sıradan olmayan abartılı bir durum, ne 'heroic' bir kahraman (bi türlü ölemeyen bir karakterimiz mevcut tabi ama o da bilmiyor neden bi türlü ölmediğini) ne de taraflı bakış açısı var filmde. Çekim teknikleri, oyunculuğu, anlatımı, hızlı geçişleri ve konusu bir belgesel izliyormuş hissi veriyor. Ayrıca yardımcı olmak amacıyla filmde yer alan Guy Pearce, David Morse ve Ralph Fiennes gibi isimleri de ufak rollerde görüyoruz.<br /><br />Açıkçası filmi izlemeden önce Bigelow'un övüldüğü kadar güzel bir film yapmış olabilmesine bir ihtimal vermemekle beraber (kadın olmasından dolayı değil, james cameron'ın eski eşi olduğundna dolayı. e körle yatan şaşı kalkar) en iyi yönetmen adaylıklarını da sırf ''kadın savaş filmi çekmiş bak görüyo musun'' denilerek verildiğini düşünüyordum. Kadınlar salak değil elbette. Savaş filmi de çekebilirler, romantik komedi de, bilim kurgu da, porno da... Ama izledikten sonra anladım ki gerçekten alakası yokmuş. Bu filmi bir erkek çekseydi de eminim aynı derecede beğenirdim.<br /><br />Tüm eleştirmenler ve daha önce katıldığı festivallerde aldığı ödüller de benimle hemfikir olacak ki Bigelow'un önce golden globe'u sonra da oscar'ı alacağını söylüyordu ama golden globe'tan eli boş döndü ve en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini eski kocası James Cameron'a kaptırdı, o da Cameron'ın ödülü aldıktan sonra onun hakkında söylediği övgü dolu sözleriyle yetinmek zorunda kaldı. Ben bu yıl Oscar'ın yine Oscar'lık yapıp, sırf beni yanıltmak, benim ödül almasını istediklerimi istememek gibi bir takıntısı olduğu için ödülü James Cameron'a vereceğini düşünüyorum. En iyi filmden umudum yok. Ödül Avatar'a gitmezse Inglorious Basterds'a gider. Inglorious Basterds alırsa üzülmem ama Avatar alırsa sanırım üzülürüm. The Hurt Locker ve Inglorious Basterds varken en iyi film ödülünü haketmiyor Avatar.<br /><br />Umarım bu eski karı-koca mücadelesinden Bigelow galip çıkar, Oscar tarihinin ilk en iyi yönetmen ödülü alan kadın yönetmeni olur. Hayat da bayram olur.<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbdxemUQNXQ7dN3dVtfrojdagaBS_7MdWgZxc9zEOmhjlYhLZA-YFsmKFraFahzKQYVbn7xsY8XRRpO2su8Uo3JhwmE3S2MKKKVaw7-t2h8y8ZIfitpH4XLmSLk-xx5wmqYQwzvIuqSis/s1600-h/hl-000111.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 269px; height: 269px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgbdxemUQNXQ7dN3dVtfrojdagaBS_7MdWgZxc9zEOmhjlYhLZA-YFsmKFraFahzKQYVbn7xsY8XRRpO2su8Uo3JhwmE3S2MKKKVaw7-t2h8y8ZIfitpH4XLmSLk-xx5wmqYQwzvIuqSis/s400/hl-000111.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5429373173368799362" border="0" /><br /></a>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-50418742124862982482010-01-09T04:23:00.000-08:002010-01-09T04:30:57.674-08:00Damien Rİce - I RememberBilmemkaç yıldır her izleyişimde heyecanlanırım, ilk seferki gibi etkilenirim. Portishead'in Roseland, Metallica'nın S&M ve Damien Rice'ın nerde ne zaman nasıl olduğu konusunda en ufak bir fikrimin dahi olmadığı bu harika konseri... Üçü de seyircilerine en çok özendiğim, en çok bulunmak istediğim konserlerdir.. En bi etkileyicisi de I remember... Ayrıca Damien Rice'a her ne kadar büyük bir saygı duysam da Lisa Hannigan gibi bir büyücüyü bıraktığı için de ayrı bir kızgınım, onu da belirtmeden geçmeyeyim.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/mYPCYboEpmk&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/mYPCYboEpmk&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-36877032464928989482010-01-02T14:21:00.000-08:002010-01-02T14:26:01.806-08:00Chris Isaak<div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBkW63mH0jc_qGAYPvfuykWQaEsMvjoXPzXn5YTcoum6YuHtk1ZoX69vjo5SvUcmzyql4WlAShTXEWZKOqdr2uvN5zUH6w5NIvzjgyr-T7pyR_tyd-EFacf4pJb8l6HE_lvcGLwo3JAyc/s1600-h/Chris-Isaak-Wicked-Game-374898.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 276px; height: 283px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBkW63mH0jc_qGAYPvfuykWQaEsMvjoXPzXn5YTcoum6YuHtk1ZoX69vjo5SvUcmzyql4WlAShTXEWZKOqdr2uvN5zUH6w5NIvzjgyr-T7pyR_tyd-EFacf4pJb8l6HE_lvcGLwo3JAyc/s400/Chris-Isaak-Wicked-Game-374898.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5422271951641812802" border="0" /></a><span style="font-style: italic; font-weight: bold;font-size:130%;" ><br /> ''Nobody loves no one...''</span><br /></div>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-61491664140882046602010-01-01T07:48:00.000-08:002010-01-01T09:56:12.873-08:00Vavien ve pek çok şey<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEzBTWLEFxxpvtNrg4fMvnTNNvjwe1vEMXA4Tz5j3BA8J5kpzCOWbf7Lm9wVig4KPMYO85ajc_jwq_tYdoMVXXI3zI73Zar3yxiFQIBUUsNX1InVc_hfjbCywXYpRpCpPentHcnu_W754/s1600-h/vavien-afis.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 297px; height: 411px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEzBTWLEFxxpvtNrg4fMvnTNNvjwe1vEMXA4Tz5j3BA8J5kpzCOWbf7Lm9wVig4KPMYO85ajc_jwq_tYdoMVXXI3zI73Zar3yxiFQIBUUsNX1InVc_hfjbCywXYpRpCpPentHcnu_W754/s400/vavien-afis.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5421809803655853458" border="0" /></a>Türkiye'de hiç denenmemiş bir tarzı olan, tam olması gerektiği gibi bir kara komedi Vavien. Ailesinin elektrikçi dükkanında çalışırken öğrendiği fakat defalarca denemesine rağmen bir türlü yapamadığı vavien bir elektrik düzeneği. Hepimizin evinde olan çok basit bir düzenek. Elektriğin bir yerden açılıp diğer bir yerden kapatılmasını sağlayan bu düzenek Engin Günaydın'a göre bundan çok daha fazlasını anlatıyor ve hiç de basite indirgenmemesi gerekiyor. Engin Günaydın bu düzenekten yola çıkarak ve yılların birikimi sonucunda yazdığı senaryosunu Taylan biraderlerin ellerine teslim etmiş. Okul gibi gudik bir filmle büyük tepkimi çektikten sonra Küçük Kıyamet gibi harika bir filmle aklımı başımdan alan, bir öyle bir böyle giden, ne yapmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamadığım bu iki kardeş Vavien'le tekrar takdirimi kazandı ve artık Okul'u bu iki adama yakıştıramaz oldum. Özellikle Engin Günaydın'ın -her ne kadar sona doğru ciddi bir düşüş gösterse de- pek güzel senaryosu ve oyunculukların mükemmelliği de yardımına koşmuş biraderlerin ve ortaya harika bir film ortaya çıkmış.<br /><br />Bu adamların çektikleri filmlere baktığımızda söylediğim gibi beğeni sıram eskiden yeniye doğru yükseliyor. Okul>>>Küçük Kıyamet>>>Vavien. Bu üç filmden en çok izleneni (ve şahsi kanaatimce en kötüsü) Okul. 800 küsür bin kişi tarafından izlenmiş. Sonra Küçük Kıyamet yaklaşık 400.000 kişi tarafından izlenmiş. Sonraki film Vavien ise beklentilerin çok altında kalarak ilk hafta sadece 30.000 kişi tarafından izlenmiş ve iki haftada 80 küsür bin kişi tarafından izlenmiş. Okul'a yetişmesi gibi bir ihtimal zaten sözkonusu değil ama böyle giderse Küçük Kıyamet'e yetişmesi de çok zor gözüküyor.. Konuyu 'Recep İvedik de 4 milyon kişi tarafından izlendi'ye getirmek istemiyorum. Ama neden Vavien, Kıskanmak, Pandora'nın Kutusu, İki Dil Bir Bavul, Üç Maymun gibi filmler de en azından bi 100.000'i aşamıyor. Neden Amerika'da The Hangover hasılatını 3'e katlıyor ama bir yandan da Little Miss Sunshine gibi bağımsız bir film de The Hangover gibi hasılatını bilmemkaça katlayabiliyor. Neden Türkiye'de o da o da izlenmiyor? Sorun bilet fiyatları mı? E neden Recep İvedik'e giderken para bulunuyor da Kıskanmak gibi bir filme bulunmuyor?<br /><br />Bu soruların cevabını Taylan Biraderlerin Çarşamba günü Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki söyleşilerinde buldum sanırım. Filmi geçen hafta izledim ve Bahçeşehir Üniversitesi'nde okuyan bir arkadaşımın sayesinde Taylan Biraderler ve Engin Günaydın'ın Vavien hakkında bir söyleşi yapacaklarını duydum. Çarşamba günü koşa koşa gittim söyleşiye. Söyleşiye katılım düşüktü, salon oldukça küçük olmasına rağmen boşluklar vardı. Taylan Biraderler ve Engin Günaydın sık sık filmin izleyici sayısının beklentilerinin altında olduğundan, Türkiye'de iyi filmlere seyircinin ilgi göstermediğinden, Vavien'i sırf para kazanmak için çok farklı bir film haline getirebilecekken getirmediklerinden bahsettiler. Bunların üzerine Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinden şöyle sorular geldi:<br /><br />-madem bu filmi para kazanmak için yapmadınız, o zaman niye yapıyosunuz?<br />-devamlı iyi filmlere az seyircinin gittiğinden şikayet ediyorsunuz. hiç kendi filminizin ve iyi olduğunu söylediğiniz filmlerin kötü olduğunu, kendinizi nasıl düzeltebileceğinizi düşündünüz mü?<br />-ben 'burhan altıntop tokat'ta' diye bi film yapsaydınız daha mutlu olurdum. neden öyle bi film yapmadınız ki? ehemehe.<br /><br />Burda amacım 'Bahçeşehir Üniversitesi öğrencileri de böyleler işte' demek değil tabi ki. Zira ben de Kadir Has Üniversitesi'nde okuyorum ve 'Vakıf üniversitesi öğrencisi değil mi işte? Hepsi aynı. Bi boktan anlamayan, ot gibi insanlar' yakıştırmaları yapan bireylerden ben de zerre hazetmiyorum. Olay burda söyleşinin Bahçeşehir Üniversitesi'nde olmuş olması değil, bu soruların genel sinema seyirci profilini yansıttığıdır. Sanırım Türkiye'de emek harcanarak, beyin patlatılarak, 'düşünülerek', farklıyı arayarak çekilen filmler bu tarz sorular soran Türk izleyicisi yüzünden izlenmemeye mahkum..<br /><br />Bu blogu 3-5 kişinin okuduğunu biliyorum. Gerçi pek de umrumda değil kaç kişinin okuduğu ama pek 'bir rica edilecek yer' olmadığını biliyorum açıkçası. Ama ben yine de rica ediyorum lütfen bu ve bunun gibi filmlere gidin, görün. En azından etrafta hakkında olumlu eleştiriler okuduklarınız, duyduklarınızı görün. Görün ki bu adamlar bizlere ya da yapımcılar bu adamlara küsmesin, en kısa zamanda daha güzel şeyler ortaya çıkarabilsinler.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-48509684142807372992009-12-24T04:57:00.000-08:002009-12-24T12:21:49.350-08:00Avatar<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE8NEFvndLBie2M-itozsfuMxOnU94wm1WUy44FjFYPaZ7gYw-ggp_R5ifEziWoTwCNnHltTzQ2oVfddGrajq4QplJ18DM8rJqN2DiqZzvyQeEDL8qKzR6yjBOMAcu5N7CT3xUn743gV8/s1600-h/neytiri_female_in_avatar-wide.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 420px; height: 262px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhE8NEFvndLBie2M-itozsfuMxOnU94wm1WUy44FjFYPaZ7gYw-ggp_R5ifEziWoTwCNnHltTzQ2oVfddGrajq4QplJ18DM8rJqN2DiqZzvyQeEDL8qKzR6yjBOMAcu5N7CT3xUn743gV8/s400/neytiri_female_in_avatar-wide.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5418796623475606754" border="0" /></a><br />James Cameron bir deli mi yoksa bir ilah mı? Hangisi olduğuna bir türlü karar veremedim ama bir senaryo yazma özürlü olduğu apaçık ortada... Piranha'dan beri (bi kısmını kendi yarattığı) klişelerden kurtulamadı. Filmde klişelerden dolayı her ne kadar bi çok kez öffleyip püflesem de, büyük bi kısmını da 'vaoov' nidaları eşliğinde güçlü görselden dolayı parıl parıl olmuş, şaşı gözlerle izledim ve bayıldım.<br /><br />Şimdilerde nasıl bizlere lumiereleri, meliesleri, eisensteinları, kuleshovları anlatıyorlarsa sanırım ilerde james cameron'ı özellikle bu filminden yola çıkarak anlatacaklar. Saydığım isimler nasıl sinema tarihinde devrimler yaptı, yaptıklarıyla sinema tarihine damga vurduysa Cameron'ın Avatar'ı da öyle büyük bir devri başlatacak sanırım. Bu film bize bu günlerde her ne kadar cgi'ın geldiği son nokta gibi gelse de aslında bi başlangıç, uyuyan devin uyanışıdır. Evet lotr da büyük etkendir cgi'ın gelişiminde (hatta james cameron da gollum'u gördükten sonra 6 yıldır aklında olan avatar'ı çekme kararı vermiş) ama 3d olması, çok fazla gerçek oyuncuyla çalışılmış olması (yamulmuyorsam lotr'da bi tek gollum gerçekti) ve lotr'a göre çok büyük kısmının (%60) cgi olması dolayısıyla lotr'dan bi kaç adım ötede Avatar.<br /><br />Avatar cgi denen olayın habercisi ve miladırır gözümde. Onun dışında ise film hakkında söylenecek en önemli şey sonsuz bir hayal gücüyle yepyeni bir gezegen yaratıldığıdır (her ne kadar na'viler afrika kabilelerine benzese, konu da amerikalıların kızılderililerin dünyasını işgal etme hikayesine benzese de). En kısa zamanda bu mükemmel tecrübeyi edininiz.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-55957153225840654092009-12-12T18:56:00.000-08:002010-05-13T14:46:57.369-07:00Mark Renton (a.k.a. Rent-Boy)<div style="text-align: center;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgTBNFLwDYra4AW2B_EZys2oQ6SYP2B4oqDIqVCVASHMrEqCgcE7MPjNIr8bCaE9sFTUeU0HJ-ojzKUu35s6-c5xYqjYM_Bj_bHqrhlA1IpyQf3MKwYHHoTgSeHpg5B_mcAV3eS4E3XzM/s1600-h/enton.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 360px; height: 254px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgTBNFLwDYra4AW2B_EZys2oQ6SYP2B4oqDIqVCVASHMrEqCgcE7MPjNIr8bCaE9sFTUeU0HJ-ojzKUu35s6-c5xYqjYM_Bj_bHqrhlA1IpyQf3MKwYHHoTgSeHpg5B_mcAV3eS4E3XzM/s400/enton.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5414549872598720834" border="0" /></a><br /><span style="font-style: italic;font-size:130%;" ><span style="font-weight: bold;"> ''</span></span><span style="font-style: italic; font-weight: bold;font-size:130%;" >We would have injected vitamin C if only they had made it illegal!</span><span style="font-style: italic;font-size:130%;" ><span style="font-weight: bold;">''</span></span><br /><br /><br /></div>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-743253313293970662009-12-04T14:13:00.000-08:002009-12-04T14:47:41.332-08:00Trembling Blue Stars - IdyllwildSon zamanlarda dinlediğim en samimi, en güzel şarkı bu. Tek bi şarkıda bu kadar çok mükemmelliğin bir arada olduğunu görmeyeli uzun zaman olmuştu.. Vokalin güzelliği, samimiliği, müziğin vokalle uyumu ve o sözleri.. Geride kalan kısacık hayatı olabilecek en güzel şekilde, tüm içtenliğiyle anlatıyo. Geriye baktırıp üzmüyo, yüzde hüzünlü bi gülümseme bırakıyo.. Bununla yatıp, bununla kalkıyorum. Bilmemkaç yıl sonra da bu şarkıyı dinledikten sonra bu zamanlarımı da özleyip yüzümde hüzünlü bi gülümseme olmasını istiyorum.<br /><br />Lütfen ısrarla edinin, dinleyin.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/XpRbHJ5IoLU&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/XpRbHJ5IoLU&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-52016606441247591932009-11-28T16:01:00.000-08:002009-12-02T15:08:18.068-08:00Serge Gainsbourg (Vie Héroïque )<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWvbg4TLNwruHokl0O6pmM85I5z0VhrPEZE8tzJvCj41rVe38u-Da91x18r5XFkFHQpyhWejPZQrbzTAt1REyb-NTFexRTp5E3vzTrVOu9Ju1-qImNf_nrGNieO1ilzk5E6tAxwvu_XI4/s1600/SG004.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 355px; height: 332px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWvbg4TLNwruHokl0O6pmM85I5z0VhrPEZE8tzJvCj41rVe38u-Da91x18r5XFkFHQpyhWejPZQrbzTAt1REyb-NTFexRTp5E3vzTrVOu9Ju1-qImNf_nrGNieO1ilzk5E6tAxwvu_XI4/s400/SG004.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5409318896118450178" border="0" /></a>Hayatına en çok ilgi duyduğum adamlardan biridir Serge Gainsbourg. Aykırı hayatı ve tavırları onu hep uç noktalarda yaşatsa da olağanüstü yeteneğinden dolayı hiçbi zaman toplum tarafından reddedilemedi. Hayatına böylesine ilgi duyduğum bu adamın hayatının filme çekilmiş ve gelecek yıl vizyona girecek olduğunu öğrendiğimden beri yüzümde amaçsız bi gülümseme var, şimdiden çok heyecanlıyım, çok mutluyum. Hele ki trailerını izledikten sonra 2:30 dakika sonunda ağzımın sularının bolca aktığını farkettim. Neyse efendim daha fazla zırvalamıyım ve sizleri birkaç yıl önce itu sözlük'te serge gainsbourg başlığına yazdığım biyografi tadındaki entryle ve daha şimdiden harika olacağını bildiğim o muhteşem filmin trailerıyla başbaşba bırakıyım.. Bu arada Jane Birkin'i canlandıran Lucy Gordon'ın film post-production aşamasındayken hayatını kaybettiğini de belirtelim. Rip.<br /><br />Serge Gainsbourg, 2 nisan 1928 paris doğumlu müzisyen, besteci, aktör, ressam, sanatla ilgili herbi şey, bildiğin sanatçıdır.. Biri besteci, bir diğeri ise katılımcı kimliğiyle olmak üzere iki kez eurovision tecrübesi olmuş fakat ikisinde de ülkesi Fransa’yı değil Luksemburg ve Monaco’yu temsil etmiştir.<br /><br />Eurovision sayesinde adını duyurmayı başardıktan sonra onu iyiden iyiye meşhur eden je t’aime moi non plus adlı şarkısını çıkardı. Daha sonra brigitte bardot ile bir birliktelik yaşadı. Orgazm seslerinin olduğu bu şarkı Drigitte Bardot ile kaydedilmiş ancak brigitte bardot Serge Gainsbourg’dan ayrıldıktan sonra bu şarkının kendi orgazm sesleriyle yayınlanmasını istememiştir. Bunu üzerine Serge de sanki ’aha ben de yeni sevgilimin orgazm sesleriyle yaparım ulan bu şarkıyı’ dercesine bu şarkıyı Bardot’dan katbekat güzel olan, dünyalar güzeli taptığım kadın Jane Birkin ’le kaydetmiştir. Evet burdan da anlaşılacağı üzere Jane Birkin’in ilk müzik tecrübesi orgazm sesleriyle olmuştur. İyi ki de olmuştur orası doğru tabi ama ilginç bir başlangıç olmuş doğrusu..<br /><br />Neyse efendim Serge’nin bu şarkısından sonra Vatikan bu şarkının yasaklanmasını istemiştir. Birçok ülkede radyoda bile çalınması yasaklanmıştır. Bu yıllardan sonra kariyerine Jane Birkin’le devam etmiştir. 1971 yılında kendisiyle bir de konsept albumu çıkarmıştır. Sonra 1975 yılında nazileri eleştirdiği şarkılardan oluşan bir album çıkarmıştır. Bu album yine çokça tepki toplasa da ilgi gösterenler ve beğenenler de oldukça fazla olmuştur.. Bu çılgın adam bununla da kalmamış, 1978 yılında fransa ulusal marşını raggae tarzında yorumlamış ve işi iyice çığrından çıkarttığını düşünen bazı kimseler tarafından ölümle tehdit edilmiştir.. Yani kısacası bu yıllarda eşşeeen şeyine suyu kaçırmıştır.. Vukuatları bununla da bitmemiş o yıllarda fransa’nın en ünlü talk-showuna sarhoş sarhoş çıkış üstüne bi de Whitney Houston’a küfürlü bi şekilde iltifat etmiştir.<br /><br />Bunca vukuatı olmasına, bilmemkaç kez ölüm tehdidi almasına, fransız vatandaşlığından atılma raddesine gelmiş olmasına ve bütün fransa tarafından nefret edildiği sanılmasına rağmen 2 mart 1992 günü öldükten sonra, o dönemin cumhurbaşkanı François Mitterrand cenaze töreninde konuşma yapmış, ölümünden ne kadar büyük üzüntü duyduğunu belirtmiştir.. Bütün Fransa, o giderken ayakta alkışlamıştır..<br /><br />Hayatını hep kalburüstü, cesurca, bildiği gibi yaşamış ve jazz, rock, pop, raggae, hip-hop ve daha birçok tarzda şarkılar yapmış, söylemiş, söyletmiştir.. Birçok tarza öncü, birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Benim gözümde tam bir sanatçıdır bu çirkin adam. Ama herkes bi şey için kızıyo ya ona ben de Jane birkin gibi bir güzelliği ve yeteneği oyuncağı gibi kullanıp harcadığı için kendisine pek bir kızıyorum.. Ama sonra şarkılarını dinliyorum, bütün sinirim geçiyo..<br /><br />Yattığı yerde iyi uyusun, rahat uyusun..<br />amin. Rip.<br /><br /><embed src="http://www.metacafe.com/fplayer/yt-Gkn0HTADiYo/teaser_gainsbourg_vie_heroique_bande_annonce.swf" width="400" height="345" wmode="transparent" pluginspage="http://www.macromedia.com/go/getflashplayer" type="application/x-shockwave-flash" allowFullScreen="true" allowScriptAccess="always" name="Metacafe_yt-Gkn0HTADiYo"> </embed><br><font size = 1><a href="http://www.metacafe.com/watch/yt-Gkn0HTADiYo/teaser_gainsbourg_vie_heroique_bande_annonce/">Teaser: Gainsbourg (Vie Heroique) Bande Annonce</a> - <a href="http://www.metacafe.com/">Click here for more free videos</a></font>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-67976032439300837932009-11-10T07:20:00.000-08:002009-11-14T14:09:12.355-08:00(500) Days of 'Summer'<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBgjnAeRNhs3-qPkQjRcBQiFcUrFSJSR_ezh3lhxbOtxOnqbUPrTAXIEOgaZw7QZRAOJsWs2P20rpoY9vik-hXNYwjc_7dkVVVgdKt7x4h3kvAJA5DSEB5NAE1z0k3KAzB-UEC4Q69SGA/s1600-h/6a00d09e612638be2b01240b64cb28860e-500pi.png"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 332px; height: 370px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBgjnAeRNhs3-qPkQjRcBQiFcUrFSJSR_ezh3lhxbOtxOnqbUPrTAXIEOgaZw7QZRAOJsWs2P20rpoY9vik-hXNYwjc_7dkVVVgdKt7x4h3kvAJA5DSEB5NAE1z0k3KAzB-UEC4Q69SGA/s400/6a00d09e612638be2b01240b64cb28860e-500pi.png" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402570930180544002" border="0" /></a>Bir aşk filmi mi yoksa bir erkeğin bir kızla tanışma hikayesi mi? Aşk filmi olmadığı kesin ama erkeğin bir kızla tanışma hikayesi de biraz hafif bi tanımlama olur sanırım. Bildiğim tek bi şey var o da Summer karakterinin (zooey deschanel gibi bir güzellik sayesinde, ay lav zooey deschanel) bugüne kadar yaratılan en orijinal karakterlerden biri olduğu. Ne bundan önce yapılmış romantik komedi filmlerindeki karakterlere benziyo ne de başka filmlerdeki karakterlere. Belki kolay, karşımıza çıkabilecek hatta çıkmış bi karakter ama sinema için kesinlikle çok orijinal. Filmin yönetmeni Marc Webb karakterin iç dünyasına pek girmeyerek hem Tom'u daha önplana çıkarıp filmi aşk filmi yakıştırmasından kurtarmak, hem de Summer'ı anlaşılamaz, çözülemez, mistik kılmaya çalışmış. İşte bu nerdeyse hepimizin en az bi kere karşılaştığı, bizleri kahreden pis karakter pek güzel işlenmiş filmde. Kendimizi Tom'un yerine koyuyoruz. Biz Tom'uz ve Summer'ın duygularını, düşüncelerini hiçbir zaman anlamıyoruz. Bize neden hem yakın hem de uzak? Mutluyken, her şey yolundayken neden gülüşündeki sıcaklığı hissedemiyoruz, onun da mutlu olduğunu anlamıyoruz? Mutluysa neden kendini çekiyo? Sinemada neden ağladı? Neden elini tutmak istediğinde elini çekti sonra öpüp evine gitti? Biz de bilmiyoruz... Aynı gerçekte olduğu gibi. Her şey belirsiz. Bütün bunlar sayesinde Summer orijinal bir karakter, film de oldukça samimi bizi bize anlatan bi film oluyo. Summer güzel bir karakter... Hatta romantik-komedi filmlerinde çığır açabilecek bir karakter Summer. Umarım açar da bize 20 yıldır aynı şeyleri izleten klasik romantik-komedi filmlerinde yeni bi şeyler görmeye başlarız. Ayrıca Tom'un love will tear us apart tişörtünü çok kıskandığımı belirtmek isterim hatta şu an hala kıskanıyorum. Çok güzel bi tişört lan..<br />He bi de:<br />PENIS!!!Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-59406994795162339912009-11-08T10:11:00.000-08:002009-11-22T12:50:24.185-08:00En iyi 5 - Gelecek vaat eden aktrislerNeden insanlar dünyanın en iyi aktörü kim sorusunun cevabını ararken robert de niro, al pacino, jack nicholson, dustin hoffman, sean penn ve daha nice birbirinden kült oyuncu arasından karar veremezken kadın oyuncusu kim diyince direk 'eeöö.. meryl streep!' der? Hollywood -her fırsatta söylemekten sıkıldığım- bir bağyan oyuncu sıkıntısı yaşıyor. Yani aktörlerde olan tahttan indirme durumu kadın oyuncularda yok. Zira tahtta ya da tahtlarda oturan doğru düzgün kadın oyuncu sayısı çok az. Bu durumu kökten çözebilecek, hollywood'un bel bağladığı en önemli 5 30 yaşaltı aktrisin şöyle olduğunu ya da olması gerektiğini düşünüyorum efendim (yine gıcıklık yapıp 1 numaradan başlıyorum tabi ki):<br /><br />1- Natalie Portman:<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjffnh_Pl8wYl9n5gbEQa2GO2QrvJlkNs823jtvC3h1B7VpyXPfpPopZDT-w2sxEYLyRqScR5uQTO6inIOI9ygRRuo0sl7zTPdWUKqsG4_smXFWrd9CpxKXfEpWCd-3A_979vK3JfWbdjE/s1600-h/natalie.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 385px; height: 270px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjffnh_Pl8wYl9n5gbEQa2GO2QrvJlkNs823jtvC3h1B7VpyXPfpPopZDT-w2sxEYLyRqScR5uQTO6inIOI9ygRRuo0sl7zTPdWUKqsG4_smXFWrd9CpxKXfEpWCd-3A_979vK3JfWbdjE/s400/natalie.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5401820245121818850" border="0" /></a>İstisnasız her filminde beni şaşı yapmayı başarmış ender oyunculardan biri bu bayan. Daha 13 yaşındayken belliydi bunun böyle olacağı gibi bir klişeye sığınmayacağım zira en iyi performansını leon'da değil de garden state'te sergilediğini düşünüyorum. Henüz 13 yaşında oldukça büyük bir çıkış yakaladıktan sonra Heat gibi bir filmde yer almış olması onu daha da yükseltti ve kariyerini oldukça akıllıca yönlendirdikten sonra hollywood'un en önemli aktrislerinden biri oldu. Eminim ki rol seçiyor ve saçma sapan rol tekliflerini reddediyor aman ne de güzel yapıyor. Her türlü rolde başarılı olabileceğini göstermeye çalışsa ve bunu başarsa da ben kendisine bir türlü vamp kadın, femme fatale rollerini yakıştıramıyorum onu da belirtmeden geçemeyeceğim. Ayrıca, dünyanın en güzel kadını olmasının birinciliğinde pay sahibi olduğunu da nerden çıkardınız?<br /><br />2- Zooey Deschanel<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioYh7yXZ243YotZJdtF-V21V3syaCzOeZSfz8d_tNalhPvUd7GAvs6879xejFVlw3zApWgk_IXiR-vhUM0djkjTE7xZMBUq4ML3KCVv3A7BaK_IHKGYsYJxSmesHHMLSYWD-w6X9Pc6Fs/s1600-h/zooey.gif"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 333px; height: 284px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEioYh7yXZ243YotZJdtF-V21V3syaCzOeZSfz8d_tNalhPvUd7GAvs6879xejFVlw3zApWgk_IXiR-vhUM0djkjTE7xZMBUq4ML3KCVv3A7BaK_IHKGYsYJxSmesHHMLSYWD-w6X9Pc6Fs/s400/zooey.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5401821932262715906" border="0" /></a>Şu 1'le 2'yi seçerken neler çektim bir bilseniz.. Ama sanırım yılların hatrıyla natalie portman 1 adım önce geçti ama aralarında pek fark olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Efendim bu Zooey Deschanel kişisi tam bir 10 parmağında 10 marifet insanıdır. O ne harikulade oyunculuk, o ne güzel ses, o ne doğallık, o ne güzelliktir öyle aman tanrım (bunları sayarken torununa karşı komşunun kızı Gülten'i ayarlamaya çalışan bir anane kıvamındaydım. evet). Kendisini almost famous'la tanıdıktan sonra büyük bir salya akıntısıyla aynı güzellikte bir filmde bekledim ve sağolsun beni kırmadı, 3 yıl sonra all the real girls'te aynı güzellikte karşıma çıkarak beni pek mutlu etti. Çoktan benim gözümde en tepelere oturmuştu zaten. Hala da öyle. Umarım gelecekte sinema dünyasının en tepesine oturur..<br /><br />3- Abbie Cornish<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaDFhrrnpQHPU9VahUKc0pTSA9SwQtACwNujwHkpQZDAWRerBBfzmdUsGHzN_AiKyiVW2H3W54MoyRfscK1Yi_fgmhO2zr-Bx85hKnxluI89bWPGjD6W5JB4raFx8vxnE1uOPXn9doD8o/s1600-h/bscap000.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 417px; height: 221px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjaDFhrrnpQHPU9VahUKc0pTSA9SwQtACwNujwHkpQZDAWRerBBfzmdUsGHzN_AiKyiVW2H3W54MoyRfscK1Yi_fgmhO2zr-Bx85hKnxluI89bWPGjD6W5JB4raFx8vxnE1uOPXn9doD8o/s400/bscap000.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5401825093704843906" border="0" /></a>İtiraf ediyorum. Bu bayanı bir tek Candy'de doğru düzgün izleme şansına eriştim. Evet bu benim için bi şanstı çünkü iki kişiye odaklanan Candy tarzındaki filmlerde bugüne kadar izlediğim en iyi performanslardan birini izletti bana (hatta belki de en iyisiydi). Ayrıca, şu an gözümde dünyanın en iyi kadın oyuncusu olan Nicole Kidman'ın vatandaşı olması sebebiyle de çok şeyler bekliyorum kendisinden. 2000'li yıllarda yavaş yavaş düşüşe geçen Nicole Kidman'ı tahtından ederse hiç şaşırmayın.<br /><br />4- bryce dllas howard<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjd1TAag81MwYCvV1gaU98bGcOEwN63mRAwPkX_dyDpfPowRECJhGMFJaFMn5lZDgHVFzRBX4vJQ7JH6UrE-6CkeE07ZAMvyxjSO_j1xv7UwiiE92JygR-Eyqa5whjsyI0zX6wuoxu21nU/s1600-h/05.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 294px; height: 273px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjd1TAag81MwYCvV1gaU98bGcOEwN63mRAwPkX_dyDpfPowRECJhGMFJaFMn5lZDgHVFzRBX4vJQ7JH6UrE-6CkeE07ZAMvyxjSO_j1xv7UwiiE92JygR-Eyqa5whjsyI0zX6wuoxu21nU/s400/05.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5401825725661439634" border="0" /></a>The Village'taki harika performansıyla dikkat çektikten sonra Manderlay ve Lady in the Water'la yaptığı hat trickle bizi ümitlendirdi fakat daha sonra düşüşe geçti. Spider-man ona pek yaramadı sanırım. Şimdi de 2011'de vizyona girecek olan twilight saçmalığının 3. filminde yer alacağı söyleniyor. Yeteneğini ve güzelliğini saçma filmlerle harcamaya kararlı olduğu için kızamıyorum kendisine zira hem kendisi hem de oyunculuğu pek güzel..<br /><br />5- Dakota Fanning<br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOnY3uBgEBU1qcyYs3ZU4LXmbXg8GU_LcTW9G884toCVLjudgQEkzRqWiUcI3WewmptwMSrQuvvBp3DKmXTRhq4PDRkC79TF3bfcHRS0T0Kv1uYEXzj4hC2AjLH3j0nkj1h0an6Tf0U5k/s1600-h/bscap000.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 169px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOnY3uBgEBU1qcyYs3ZU4LXmbXg8GU_LcTW9G884toCVLjudgQEkzRqWiUcI3WewmptwMSrQuvvBp3DKmXTRhq4PDRkC79TF3bfcHRS0T0Kv1uYEXzj4hC2AjLH3j0nkj1h0an6Tf0U5k/s400/bscap000.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5401827681518620786" border="0" /></a>Evvet! Herkesin beklediği oluyor ve sonunda küçük kızımız büyüyor.. Sanırım Dakota Fanning dışında hiçbir çocuk oyuncuyu bu listeye koymaya cesaret edemezdim, çocuk rolleriyle yetişkin rolleri arasında büyük farklar var ve çocuk oyuncular büyüdükleri zaman bazen büyük hayal kırıklığı yaratabiliyorlar ama tersi de olmuyor değil ve sözkonusu bu kız olunca işler değişiyor. Beni bugüne kadar en çok etkileyen çocuk oyuncu performanslarına imza attı bu kız ve push'la igili yazıda da belirttiğim gibi küçük yaşta önemli oyuncularla, büyük yapımlarda yer almış olması ona yaramış ve kendini oldukça geliştirmiş. Yapımcılar da pek bir seviyo onu. O da twilight'ın gişe başarısı karşısında hipnoz olup rol teklifini kabul etmiş ama o daha küçük hangi filmde oynasa yarar ona. Umarım ilerde küçüklüğündeki gibi performanslar izletir de bizleri yine etkilemeyi başarır.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-33525425667398082612009-10-25T12:59:00.000-07:002009-11-16T13:49:23.592-08:0046. Antalya Altın Portakal Film Festivali ve biraz da Türk sineması<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggacC9NwlOhlkIuTtz9lGJf2qEQtTAp6gmZUlaE8HWNza4n9TYbRXN-ll4EcZ9FHBnbCy4hUDcMRbf6PBjzNYSeKLgJFnaDOIijQS-Fl4rg_cBV02in0chiZbDR8wROivC4_PnSPcqsww/s1600-h/IMG_7733+%28Large%29.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 267px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggacC9NwlOhlkIuTtz9lGJf2qEQtTAp6gmZUlaE8HWNza4n9TYbRXN-ll4EcZ9FHBnbCy4hUDcMRbf6PBjzNYSeKLgJFnaDOIijQS-Fl4rg_cBV02in0chiZbDR8wROivC4_PnSPcqsww/s400/IMG_7733+%28Large%29.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5396646729247922082" border="0" /></a>Altın portakal film festivali Türkiye'nin en önemli film festivalidir. Afedersiniz ama bok öyledir. Hiç de öyle değildir. Gittim, gördüm ve hemen İstanbul'a dönmek için can attım. İstanbul film festivali'ni özledim de özledim. Noldu? Neden bu kadar sinirlendin? Anlat bize, dök içini dediğini duyar gibiyim benim pek sevgili ve anlayışlı okurum. Anlatayım. Efendim öncelikle festivalde beni en çok sinirlendiren juriden dem vurmak istiyorum. Hepinizin bildiği gibi bu yıl Erden Kıral'ın başkan olduğu juride Ömür Gedik, Mustafa Altıoklar, Mustafa Ziya Ülkenciler, İzzet Günay, Nurgül Yeşilçay, Sırrı Süreyya Önder, Yavuz Bingöl ve Zeynep Oral vardı. Sanırım juri hakkında pek bir şey söylememe gerek yok her şey ortada ama ben Ömür Gedik'e yüklenmek, yüklendikçe yüklenmek sonra bir daha yüklenmek istiyorum. Jurinin gudikliğine, altın portakal organizatorlerine olan hıncımı Ömür Gedik'ten çıkarmak istiyorum. 'Aman Can'cım ne yaptı kızcağız sana? Ne bu sinirin?' demeyin. Hakediyor. Bu bayanın yazılarını okuyanlar pek iyi bilirler ki bu kadın ortalamanın da altında bir sinema eleştirmeni bırakın sinema eleştirmenini ortalamanın da altında bir sinema izleyicisidir. Yazılarında ''ay ben bu filmi çok beğendim, ay ben şu filmi hiç beğenmedim, şöyle yaptım böyle oldu, hababam sınıfı da çok güzeldi, geçen gün de kendime louis vitton'dan çok güzel bi çanta aldım''dan öteye gidemeyen oldukça yetersiz bir yazardır kendisi. Okuyanı, seveni, sinemadan anladığını düşünen vardır, ses etmem. Ama bu kadını alıp ''Türkiye'nin (güya) en önemli film festivali''nde ulusal uzun metrajda jüri üyesi yapmak ne büyük terbiyesizliktir. Hadi tamam anladık gökten zembille iner gibi, torpille okuduğumuz gazetelere, televizyon kanallarına girebilmiş bu kadın. Ama festivale de girmesin, giremesin. E girdi malesef.. 3-4 tane filmde hep aynı adamı oynayan oyunculuk hakkında zerre bilgisi olmayan Yavuz Bingöl'ün, hala İstanbul Kanatlarımın Altında ve Ağır Roman'ın ekmeğini yiyen 2000'li yıllarla Emret Komutanım'a kadar düşen ve ondan başka bi şey yapamayan Mustafa Altıoklar'ın, sinemayla ne gibi bir alakası olduğunu anlayamadığım yazar Zeynep Oral'ın olduğu bir jüride yer aldı kendisi. Ve bu jüri belki de festivalin en kötü filmine (kime göre? bana göre.) en iyi film ödülünü vermekle kalmadı 3 ödül daha verdi.<br /><br />Bornova Bornova kötü bir filmdi çünkü kötü çekilmişti. Her ne kadar belki de bugüne kadar hiç eğilinmemiş bir konuya eğilse de senaryo kötü işlenmiş, arabeske kaçmış, üstüne bir de kötü bir kurgu ve sinematografi eklenince ortaya kötü bir film çıkmış. Ama gelin görün ki saygıdeğer jürimiz, bunların hepsini görmezden gelip ve muhtemelen kendi aralarında ''aa bornova bornova çok güzeldi valla. en iyi filmi ona verelim. kurgu mu? kurgu ne lan? ver onu da bornova bornova'ya diyerek onu da bornova bornova'ya verdi gitti.'' Damla Sönmez başka doğru düzgün yardımcı kadın oyuncu olmadığı, tek olduğu için ödülü aldı. Öner Erkan ise her ne kadar oldukça beğendiğim bir oyuncu olmasına rağmen ödülü haketmedi. Sermet Yeşil'in Kosmos'taki oyunculuğunun adı bile geçmedi.<br /><br />Öte yandan mutluyum. Hatta oldukça mutluyum. Türk sinemasından hep uzak durdum, kendini soyutladım resmen. Fakat ulusal uzun metrajda yarışan 16 film bana gösterdi ki Türk sinemasında inanılmaz bir sıçrama ve gelişme var. Her şeyden önce Türk sinemasının bana göre geçmiş yıllardaki en büyük eksiği olan, hep geride kalmasının en önemli nedeni olan yönetmenlerin yönetmen olduklarını anlamamaları ve farklıyı aramamaları gibi sorunlar ortadan kalkmış. Farklı yönetmenler, farklı zekalarını filmlerinde apaçık bir şekilde ortaya koyar olmuş. Bir şeyler düşünülüyor. Son söz yönetmende bitiyor. Bu iyi bir şey. Ben de eğer böyle devam ederse Türk sinemasının bir 10 yıl içerisinde çok güzel yerlerde olacağını düşünenlerdenim sanırım.<br /><br />Her filminde yepyeni şeyler deneyen apayrı bir adam Reha Erdem bu 'yeni'cilerin belki de en önemlisi. Zeki Demirkubuz tekdüzeliğini Kıskanmak gibi nefis bir filmle bozmuş. Onur Ünlü şu anda gözümde 'en fantastik' Türk yönetmendir. Seyirciyi hiç umursamamasına, kurgu hilelerine, filmlerindeki şairane ama arabeske kaçmayan havaya ve en önemlisi deliliğine hayranım. Yine güzel ve farklı bir şeyler yapmaya çalışan, Ümit ünal ve onların arkasından gelen diğer genç yönetmenler... Belki de onlar beni en çok mutlu edenlerdi. Özellikle 40'la büyük beğenimi toplayan ilk filminden tarzını ortaya koyan pek büyük gelecek vaat eden Emre Şahin, Kara Köpekler Havlarken'le Mehmet Bahadır Er, her gün İstiklal Caddesi'nde yürürken afişinin önünden onlarca kez geçtiğim bir kere bile girip izlemeyi aklıma getirmediğim için beni utandıran yerin dibine sokan, izlediğim en samimi en güzel Türk filmlerinden biri olan Usta'yla Bahadır Karataş çok güzel işler yapacak gibi gözüküyor. Umarım yapımcılar yönetmenleri daha da özgür bırakır biz de hoplaya zıplaya çıkarız izlediğimiz Türk filmlerinden.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-15111675546383845422009-10-08T15:35:00.000-07:002009-10-11T14:10:41.083-07:00Star tv Pazar Gecesi Sİneması ya da yeni adıyla Star Sinema Kulübü)<span style="font-size:100%;"><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMsCq_Uo1w9a5qnGkJAjpyyqBO5zTIHv8L7L1KutxVHj-WF6exnFc-1TfNWMSiAqZ_FtQnmK5Fe3SBVdenZAVp7oOx3g6vvFvgg_8n0r1UkSdo3iu3eGkSJ2lNmXdFItlgYUIFY8eO1AM/s1600-h/parliament.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 428px; height: 214px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMsCq_Uo1w9a5qnGkJAjpyyqBO5zTIHv8L7L1KutxVHj-WF6exnFc-1TfNWMSiAqZ_FtQnmK5Fe3SBVdenZAVp7oOx3g6vvFvgg_8n0r1UkSdo3iu3eGkSJ2lNmXdFItlgYUIFY8eO1AM/s400/parliament.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5390378953126345906" border="0" /></a><br />Geçen gün televizyonda bir anda all my life'ı duyunca televizyona yöneldim. Star tv açıktı ve 'yeni' parliamentsiz star sinema gecesi reklamı vardı. Star tv o sinema gecesinin insanların anılarında ne denli büyük bir etki bıraktığını anlamış olacak ki tamamen mekanikleşen yeni nesil için de aynı şeyleri düşünüyo sanırım. 'Artık büyüdük bizden geçti bizim zamanımızda öyle miydi pehheey' demem, diyeni de sevmem. Bunu da oraya getirmek için yazmıyorum. Sadece anılarımda büyük yer eden 30 saniyelik bir şeyden bahsediyorum. O yaklaşık 30 saniyelik şey benim için o kadar önemliymiş ki farketmemişim. Tüylerimi bi anda diken diken etti ve küçüklüğümün pazar akşamlarına götürdü. Bi yanımda hadi yatağa diye baskı yapan annem ve babam bi yanda da benden 7 yaş büyük olan ve bana kıyasla daha özgür olan ve bu sebepten dolayı ölümüne kıskandığım ablam bi yanda da belki bana sinemayı sevdiren (yasağın cazip olmasından dolayıdır belki de) parliament cinema club. Bütün filmleri her an içeriye gidicekmiş gibi heyecanla izlerdim çünkü ailemin bana sunduğu iki seçenek vardı ya doğru banyoya sonra yatağa gidecektim banyo yaptıysam da doğru yatağa gidecektim. Ben de cinema club'a kadar oyalanır, banyo yapmaz, cinema club başladığında ise yatmamı söyleyen annemlere 'yaa daha banyo yapmadım banyo yapıcam diyip' oyalanırdım. Çoğu filmin sonunu getiremedim. Yatağa girmek zorunda olduğumdan bütün filmlerin sonlarını yattıktan sonra düşünürdüm ve 'bence şöyle olucak' derdim. Sonunu ablama sormak için ertesi günün akşamını iple çekerdim. Filmlerin sonları hiçbi zaman düşündüğüm gibi bitmedi belki de ama ben bundan dayanılmaz bir haz alırdım. Belki de ablam olmasa ve o kanalı açıp o filmleri izlemese ben banyomu yatıp yatağa girecektim. Annem babam olmasa o filmlerin sonlarını izleyecektim belki bugün sinema hakkında bir kaç bi şey karalayamayacaktım.<br /><br />Çoğu yerde, sözlükte, blogta buna benzer yazılar görebilirsiniz. Hepimizin çocukluğunda televizyonun büyük etkisi var ve ben bu durumdan zerre şikayetçi değilim. Zira televizyonun bir çocuğun hayal gücüne yapabileceği katkının bilgisayarın yanına yaklaşamayacağı kadar yüksek olduğunu düşünüyorum. En azından 90'lı yıllardaki televizyon öyleydi...<br /><br />Not: Bu yazıyı yazarken annem ve babam benden yaklaşık 800 kilometre uzakta. Ablam ise kendi evinde eşiyle birlikte, uzakta ve hayır ben bu yazıyı keşke şimdi burda olsalar da annem babam bana hadi banyo yapıp yatağa dese, ablam da doyasıya geç saatlere kadar oturabilse şeklinde bitirip duygu sömürüsü yapmayacağım. Ya da yapsam mı ki?<br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdlWVvbhVdqYLXUwoQNwj1TksQ2pQBW-JGA3DRK_xGzLYm9UKJHLLqj6WPvdhXoCUhUhyIYulu-16rhMaD4eSBEafJXMeDQjI2qmH6Vmb06nmP3CnGrRDv5uxPtWr2g1g9n8KkJBFhLm0/s1600-h/jpeg002.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 343px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdlWVvbhVdqYLXUwoQNwj1TksQ2pQBW-JGA3DRK_xGzLYm9UKJHLLqj6WPvdhXoCUhUhyIYulu-16rhMaD4eSBEafJXMeDQjI2qmH6Vmb06nmP3CnGrRDv5uxPtWr2g1g9n8KkJBFhLm0/s400/jpeg002.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5390378798931023874" border="0" /></a>Fotoğrafta da görüldüğü üzre ablam televizyona daha yakın. Ben ise sanırım yeni bir plan yapmışım ve ailemi atlatabileceğimi sanıyorum ve seviniyorum. Ablamın ise tuzu kuru zaten.. Gerçi olaylar bu evde vuku bulmuyodu burası ananemin eviydi ama olsun. Temsili oldu.<br /><br /></span>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-68278101324784457312009-09-22T07:36:00.000-07:002010-04-19T09:47:14.454-07:00Great Expectations - Kissing in the RainKoskoca bir 2 saatin en güzel 2-3 dakikası. Müziğin klişe bir sahneyi bile nasıl güzelleştirebileceğinin en güzel kanıtı...<br /><br /><object width="560" height="340"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/OAQD3Kt2N-Q&hl=en_US&fs=1&"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/OAQD3Kt2N-Q&hl=en_US&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="560" height="340"></embed></object>Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-23371226954439156902009-08-31T16:44:00.000-07:002009-08-31T19:19:30.464-07:00Baruter<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhP1p0FsrLtWDHl22QxWmksAILsu4vD_tdCP-oM3hss7lrLSz_CTtezBJvtvKYPUgcbyUpnwE9Ns-NN4TUS2xVX2I7umV9Ev5Hve2FrS1b55tcN2PI7hbWGntLf1I4H4x2JTO_yPErQ_Sw/s1600-h/baruter.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 211px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhP1p0FsrLtWDHl22QxWmksAILsu4vD_tdCP-oM3hss7lrLSz_CTtezBJvtvKYPUgcbyUpnwE9Ns-NN4TUS2xVX2I7umV9Ev5Hve2FrS1b55tcN2PI7hbWGntLf1I4H4x2JTO_yPErQ_Sw/s400/baruter.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376279947064364450" border="0" /></a>Şu aralar kenan yarar'la birlikte penguen'i alma sebebimdir kendisi. Ama sanırım Kenan Yarar'ın ürünlerine, baruter'e ise saygımdan ve sevgimden dolayı alıyorum artık penguen'i. Çocukluğumdan beri aldığım penguen artık bana eskisi kadar zevk vermiyor. ama alıyorum. Penguen'deki Lombak köşesi bana keyif vermese de, baruter o köşeden çok daha fazlası, biliyorum. Yani çok fazla bi şey okuduğumdan, eski tadını hala aldığımdan dolayı almıyorum Penguen'i. Yiğit Özgür, Umut Sarıkaya, Ersin Karabulut ve daha nicelerinden yoksun bir Penguen'i hala aldırtabiliyo bu adam bana.<br /><br />Tam bir sanatçı... Çocukluğumdan beri düpedüz hayranım kendisine. Fikirlerine, beynine, ruhaltına hayranım. Çocukluğumdan beri 'Nasıl bir beyni, eli, yeteneği, ruhaltı vardır ki böyle güzel şeyler verebiliyo bizlere?' diye sorar dururum.. Cevap bulamam. Tek bildiğim bu köfte dudaklı adam Penguen'ini tüm yaprak dökümlerine rağmen ayakta tutacaktır.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-26298168482114763052009-08-24T17:18:00.000-07:002009-08-25T09:51:06.862-07:00Push<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLlxQG__bOhqcD-m4o7UQvyGgk7n4cuHeVyQzGMTWiX4TRwgUH5jsn-7ue1GFJlYHK6D-L139-z-1z6l0ddLsoDH8GLj3AHxkOW8ydSf0aHc8G9Wia8uJq719PkofJGQgp3wt8sXDVLQg/s1600-h/push.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 298px; display: block; height: 385px;" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5373943490764111298" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLlxQG__bOhqcD-m4o7UQvyGgk7n4cuHeVyQzGMTWiX4TRwgUH5jsn-7ue1GFJlYHK6D-L139-z-1z6l0ddLsoDH8GLj3AHxkOW8ydSf0aHc8G9Wia8uJq719PkofJGQgp3wt8sXDVLQg/s400/push.jpg" border="0" /></a> Öncelikle, Push bir Heroes taklidi değildir. Hem, taklit denmez. Ayıp. Bu konuda anlaşalım. Her ne kadar ben de filmin konusunu okuduğumda 'heroes lan bu' dediysem de izleyince anladım ki öyle değilmiş ama benzediği doğru tabi.. Film her ne kadar Paul McGuigan'ın tarzı dışında olsa da özgün bir yönetmen olduğu için filmi ne yapıp edip kendi tarzıyla çekebilmiş. Açıkçası filmin konusunu okuduğumda daha önceki filmlerinden yola çıkarak 'olmaz bu' demiştim. Renkleri, kurgusu, müzikleri, anlatım örgüsü ve her zamanki gibi şaşırtıcı, vurucu sonla (evet. bu filmde bile yapabilmiş onu) buram buram Mcguigan kokan bir film olmuş. Ama filme tarzını o kadar yansıtmış ki filmin bir aksiyon filmi olduğunu unutmuş. Zira filmde nerdeyse 1 dövüş sahnesi dışında hiç aksiyon yok. E sen tabi Wicker Park gibi bir filmin yönetmenine böyle film çektirirsen olacağı budur.<br /><br />Filmin yapımcıları cast'i seçerken de ne kadar fantastik insanlar olduklarını gözümüze gözümüze sokmuşlar. Zira castte chris evans, djimon hounsou, dakota fanning gibi birbirinden alakasız bir üçlü gördüğümde çok şaşırmıştım. Filmi izlerken de şaşkınlığını korudum. Chris Evans role oturmuş. Her ne kadar Mcguigan'ın bu rol için ilk başta favori adamı Josh Hartnett'ı düşündüğünü fakat anlaşamayıp ikinci tercihi olduğunu düşünsem de rolun altından kalkmış ve emini Mcguigan'ı mutlu etmiştir. Evans şu aralar rol seçmemeli, önüne gelen her rolu kabul etmeli ki çıkışını sürdürsün ki öyle olacak gibi görünüyor. Sıradan bir oyuncu, her role oturtulur ama vücudu ve her yere atlayıp zıplamaktan çekinmemesinden dolayı yapımcılar çizgi roman uyarlamalarında ya da Push gibi fantastik aksiyon filmlerinde kapısını çalacaktır. Dakota Fanning hala büyümemiş. Ya da bana öyle geliyo, büyümesin istiyoruım. Büyümesin. Telli dişlerine alışamadım. Ne de şirin konuşurdu eskiden. Konuşmasını bozmuş. Küçük yaşta Robert De Niro, Sean Penn, Tom Cruise, Kevin Bacon gibi oyuncularla oynamış olması ona yaramış sanki.. Kaybolup giden çocuk oyuncular kervanına katılmayacak gibi gözüküyor. Yapımcılar pek bi seviyo onu. Djimon Hounsou'yu ilk kez Blood Diomand'da etraflıca izleme fırsatı bulmuştum. Ordaki oyunculuğu gerçekten harikaydı. Push'daki Henry Carver gibi rollerin adamı değil. Rol seçiminde dikkatli davranmaz her role atlarsa onun için kötü olabilir.<br /><br />Yani neticede Push Mcguigan'ın biraz çabasıyla tipik bir Hollywood aksiyon filmi olmaktan çıkmış nispeten özgün bir film olmuştur. Mcguigan'ın elleri değmeseydi ne olurdu bilemiyorum.. Ayrıca bu adamın müzik zevkine de hasta olduğumu söylemeden edemeyeceğim sanırım. Wicker Park'ta mum, snow patrol, death cab for cutie, mogwai, the shins, the postal service ve daha niceleri derken Push'ta da araya the notwist'i sıkıştırıvermiş. Pek mutlu oldum duyunca consequence'i. Esen kalınız.Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2801261486572111686.post-41071497941650141322009-08-08T15:36:00.000-07:002009-11-08T04:42:51.941-08:00Ludovico Einaudi - Monday<object height="317" width="413"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=6011830&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=428396&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=6011830&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=428396&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" height="317" width="413"></embed></object><br /><br />Dinleyin, dinleyin.....Mantrahttp://www.blogger.com/profile/16704440892593134111noreply@blogger.com0