29 Haziran 2009 Pazartesi

Kadın oyuncular ve Emma Thompson

İtiraf ediyorum, birçok insana göre dünyanın en iyi kadın oyuncusu olarak kabul edilen bilmemkaç tane oscar alan (oscar... peah!) Meryl Streep'ten pek hazetmiyorum. Evet. Bunu söylemekten çok utanıyorum ama durum bu. Ayrıca biri daha var ki herkes tarafından ilahlaştırılan fakat benim bir türlü sevemediğim, eğer onu da söylersem eminim bağıra bağıra küfür edip bu sayfayı hemen kapatırsınız. O yüzden en iyisi ben o kişinin Robert De Niro olduğunu söylemeyeyim.
Neyse efendim aslında genel olarak bir kadın oyuncu beğeni sorunu yaşıyorum. Galiba kadınlarda yetenekten çok 'güzel olsun yeter'e daha çok önem veriliyor olmasından kaynaklanan bir sorun bu. Amacım kesinlikle cinsiyet ayrımı yapmak değil. Ama o kadar çok sadece 'güzel' kadın oyuncu var ki. Sanırım kurunun yanında yaşlar da yanıyor ve saçma sinema muhabbetleri ortamlarında bana yöneltilen 'ehemehe. en sevdiğin kadın oyuncu kim?' gibi saçma sorular karşısında apışıp kaldığımı hatırlarım. Bi elin parmağını geçmez beğendiğim kadın oyuncuların sayısı. İşte bu bi elin parmaklarından birinin adı Emma Thompson. İlk olarak benim için pek bir önemli olan 'In the Name of the Father' filminde tutkulu avukat tipik tutkulu avukat roluyle izledim kendisini. Ama o klişe rolun hissettirmesi gerekenleri en iyi yansıtan oyuncudur gözümde. Stranger Than Fiction'daki Karen Eiffel, The Winter Guest'teki Francess, hatta Nancy Mcphee ve Love Actually'deki Karen rolleriyle aklımı başımdan etmeyi başarmıştır. Benim Meryl Streep'im olmuştur.
Biri bana bu kadını neden bu kadar çok seviyosun dese muhtemelen bu sahneyi gösterirdim. Elbette sadece bu sahne onun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu göstermez ama en azından fikir verebilir. Kendi ellerimle upload ettim. İzleyiniz. Ayrıca blogun da iyiden iyiye videolarla dolmaya başladığını ve akıllı tv kıvamına geldiğinin farkındayım. Bu konuyu alter egom Can'la birlikte en kısa zamanda ele alacağız. İzleyiniz, esen kalınız.

Emily Thompson in Love Actually from MrSleepyhead on Vimeo.

Cold War Kids - Hang Me Up To Dry

Kesinlikle dünyanın en seksi şarkısı... Rockncoke'ta sevdiceğinizle birlikte dans ederek dinlemeniz ısrarla tavsiye edilir. İyi dinlemeler.

Hang Me Up To Dry- Cold War Kids from Downtown Records on Vimeo.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Thomas McCarthy


Sıradan hayatların olağan kesişmelerini konu alan kulak memesi kıvamındaki filmlerin yönetmenidir Thomas Mccarthy. En azından şimdilik (umarım şimdiliktir, daha da çoğalır bu sayı) çektiği iki filminden bu kanıya varabiliyoruz. Thomas Mccarthy aslında bir oyuncu. Daha önce iki george clooney filminde (syriana ve good night and good luck) izlemişim kendisini ama hiç dikkatimi çekmemiş. Demek ki dikkat çekici bir oyunculuğu yok ama izlediğim iki filminden yola çıkarak harika bir yönetmen olduğunu söyleyebilirim. İşlediği konular genellikle, özellikle 2000'li yıllardan sonra kendine geniş bir izleyici kitlesi edinen 'feel good' türüne örnek. Çok ağır konular işlenmez, herkesin her yerde başına gelebilecek olağan konular gayet tatlı bir dille anlatılır. Ne çözülmesi gereken bir düğüm, ne bir gizem ne de bir çatışma var... Thomas McCarthy bu tür filmlerin öncüsü olma yolunde ilerliyo sanırım. Çünkü 2003 yılında yaptığı bağımsız filmi The Station Agent'tan sonra bizlere tam da ikinci bir Liev Schreiber - Everything is Illuminated vakası yaşattığını düşünmeye başlamışken, The Visitor gibi harikulade bir film daha çekerek mutlu etti.
Thomas McCarthy, Ridley Scott gibi bir yönetmen değil. Bu konuda anlaşalım, birbirimizi kırmayalım. Ridley Scott gibi değil derken onun gibi pis! kaka! demek istemiyorum öyle diyorsam elimi eşek arısı soksun. Zira Ridley Scott en saygı duyduğum yönetmenlerden biridir. Ancak kendisi sanki Spielberg'le bir (aman efendim çok özür dileyerek söylüyorum ki) sidik yarışı içerisindedir. O yapımcılık yapıyosa ben de yaparım lan, o her türlü filmi çekiyorsa ben de çekerim lan!cılık'tır gidiyor kendisinde. Bugün Ridley Scott'ın çektiği filmlere bakarsak her türlü tarzda herkese hitap edecek filmler çektiğini görebiliriz. Alien ve Blade Runner'dan Thelma & Louise'e, 1492'den Matchstick Men'e kadar envai çeşit filmi vardır kendisinin. Her türlü filmi en iyi şekilde çekebilmek gibi özel bir yeteneği var Ridley Scott'ın. Ama Thomas McCarthy (kendimden de yola çıkarak söylüyorum) filmlerinin içine biraz da yaşanmışlıklar katmış sanki. Zira başka kimse yalnızlığı iki filminde anlattığı gibi 'güzel' anlatamazdı.
Ayrıca kendisi şu an Amerika'da gişeleri altüst eden Cannes film festivali'nin açılış filmi olan (ki eğer yamulmuyorsam cannes film festivali'nde daha önce hiçbir animasyon filmi açılış filmi olmamıştı. bu da cannes'ın bu animasyona ne gözle baktığını gösteriyor) iki yıldır merakla beklediğimiz Up!'ın hikayesinin sahibidir. Burdan da pek iyi bir yazar olduğu anlayabiliriz.
İki filmle, onlarca filmi olan birçok yönetmenden çok şey anlattı. Aynı Tarsem Singh gibi... Umarım bu tarzını devam ettirir ve bizi içten, samimi filmlerinden mahrum bırakmaz. Öptm tşk bye.