29 Aralık 2008 Pazartesi

Thom Yorke


Onun hakkında ne denir ki?.. Tek gözü kapalı, üçüncü gözü açık...

27 Aralık 2008 Cumartesi

Ryan Gosling


Yeni nesil aktörler arasında en bi yetenekli olanıdır.. Brad Pitt, Edward Norton, Keanu Reeves gibi hollywood'un her daim aradığı aktörlerin yaşlanmasını fırsat bilirse Christian Bale'le birlikte en tepeye oturacaktır.
Kendisini ilk olarak zerre hazetmediğim Sandra Bullock ve Birthday Girl'den taınıdığımız Ben Chaplin'le başrolde oynadığı Murder by Numbers adlı oldukça 'gudik' filmde izlemiştim. Öylesine gudik bir film olması ve kendisinin de oldukça saçma bir rolde olması nedeniyle kendisini pek umursamamıştım. Daha sonra sırayla The Notebook, Stay, Half Nelson, Fracture ve Lars and the Real Girl filmlerindeki performanslarını izlememle ne kadar yetenekli olduğunu görebildim.. Half Nelson ve Lars and the Real Girl'deki bütün filmi 'tek başına' götürdüğü ve bağımsız filmlerde de ne kadar başarılı olabileceğini gösterdiği performansları, The Notebook ve Fracture'daki tam 'Hollywood'luk performanslarına bakılarak her iki kesme de hitap ettiği, komple bir oyuncu olduğu pek kolay anlaşılabilir..
Umarım Brad Pitt'i kendine örnek alır (bak abine), saçma sapan film tercihleri yapmaz -ki şu ana kadar gayet iyi gidiyor- ve layık olduğu yere gelir.

19 Aralık 2008 Cuma

Natasha Khan - Bat for Lashes


Aslında tanıdık geliyo.. Ama çok farklı. Bilemiyorum.. Bildiğim tek bi şey var. O da daha ilk abumuyle aklımı başımdan aldığı..
Klibini ilk izlediğimde güzelliğiyle ve sesiyle beni sarhoş etmişti ve bugüne kadar nasıl görmemişim diye kendime kızmıştım. Meğer daha çok yeniymiş zaten. Sonra albumunu dinledim ve içimdeki gereksiz benzetme zorunluluğunu dizginleyemeyerek Björk'ün 'Homogenic' ve Patrick Wolf'un 'Wind in the Wires' zamanlarına benzetmiştim. Umarım Björk kadar başarılı olur, olması gerektiği yerde olur. Umarım hep böyle devam eder.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Maynard James Keenan

Yakışıklı değil.. Koskoca Google'a ismini yazıp aratsanız, doğru düzgün resmini bile bulamazsınız. Ben söyliyim nasıl bir adam olduğunu. Kısa boylu, çirkin, çoğu zaman kel çoğu zaman da acayip saçlı bir adamın teki.
Evet hiçbir zaman bebek yüzlü olmadı. Ya da günümüz kızlarının yeni merakı olan 'androjenik' bir vokal olmadı. Yüzünü ya da fiziğini hiçbir zaman kullanmadı ya da parmaklarını birbirine birleştirip anlamsız el hareketleri yapmadı konserlerinde.. Seyirciyle coşmadı, seyirciyi gaza getirmek için 'jumpdafuckup' demedi ya da 'maraba istanbul' diyerek bize jest yapmadı. Hiçbir zaman seyirciye oynamadı. Hep mesafeli.. Yaptığı şarkılarda mesafeli, röportajlarında mesafeli, fotoğraflarında mesafeli, konserlerinde mesafeli.. Çoğu konserinde en arkaya bir yerlere geçer şarkısını söyler, kendinden geçer gider. Hiçbir zaman beğenilmek ya da ilgi çekmek gibi bir derdi olmadı.

Belki de hiçbir zaman bir 'rockstar' olamadı.. Bırakın rockstarı, star olamadı ya da olmadı. Olmak istemedi...

Ama hep farklı... Ne yaparsa yapsın farklı. Gizemli, belki de erdemli.. Hep kendini saklı tuttu bir şeylerden, insanlardan. Müziği sadece kendini tatmin etmek, içindeki müzik yeteneğini doyurmak, ticari amaç gütmeden, çok satsın da para girsin cebime diye 'best of tool' albumu çıkarmadan yapılabiliceğini de gösteremedi. Ya da gösterdi, 'herkes' göremedi.

Şarkı sözleriyle, anlatmaya çalıştıklarıyla/anlattıklarıyla, sesinin insana verdiği inanılmaz duygularla ve huzurla yaşattıklarıyla peygamber olduğunu düşündürttü. Kim bilir bir dinin habercisi belki de.. Bize bu yolla ulaşmayı uygun buldu.

Peygamberlik, din safsatalarını bir kenara bırakırsak, duygularından, benliğinden arınmışlığın dibine vurmuş, 3. gözü eksik bir adamdır Maynard James Keenan. Biz onun 3. gözünü görebiliyoruz. Onu görebilme şansına eriştiğim için kendimi şanslı ve gururlu hissediyorum. Çünkü onun gibisi bir daha gelmeyecek...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Prison Break

Tek sezonluk bir dizi olarak başlayıp çok tutunca sakız gibi uzatılan dizilerden biri Prison Break. Şüphesiz ki bu tip diziler içerisinde en başarılısıdır. O sakız gittikçe uzuyor, elbet bir yerde kopacak ama biz kopmasını hiç istemiyoruz. Dizinin ilk sezonu gerçekten oldukça heyecanlı ve akıcıydı. Bölümlerin hepsi birbiriyle bağlantılıydı ve neredeyse bütün bölümler 'adamın kafasına silah dayadılar bakalım öldürülücek mi? Hepsi diğer bölümde!' şeklinde bitiyordu. Dolayısıyla biz de diğer bölümü iple çekiyorduk. İlk sezon umduğumuz gibi bitti ve dizinin bitmesi gerekiyorken 2. sezon başladı. 2. sezonda ise devamlı bir kaçış sözkonusuydu ve baş döndüren, oldukça hızlı bölümler vardı. Karakterler üzerinde oynanmaya, mantığı yavaş yavaş kaybetmeye, hatalara yer verilmeye başlandı. Dizinin tadı yavaş yavaş kaçıyordu. 3. sezonda ise bu hatalarını anladılar ve 'seyirci ,illa hapishane istiyor, araya bir tane daha hapishane hikayesi sıkıştıralım izleyicileri tekrar yakalayalım' dendi ve olay Panama'daki bir hapishaneye taşındı. Açıkçası bu bölümlerde diziden kopma aşamasına gelmiştim. Panama'daki hapishane, Fox River'dan çok daha heyecansız ve iticiydi. Neyse ki 3. sezon hapishane hikayesini biraz daha kısa tuttular ve 4. sezonla birlikte dizi Burrows-Scofield kardeşlerin company'le mücadelesine dönüştü. 4. sezon çok kötü başladı. Dizide eskiden piskopat olan adamlar şimdi iyiyi oynamaya başlıyolardı. Ne oldu da bu adamlar bu kadar değişti? Eskiden psikopat olan bu adamlar 1-2 yılda mı bu kadar değiştiler? T-Bag değil miydi çocuk tecavuzcusu ve katili, hapishanede mahkumlara zorla tecavuz eden, gözünü hiç kırpmadan birini öldürebilen adam? Ya da Brad Bellick değil miydi para için her şeyi yapabilen ayrı bir psikopat? Alex Mahone geçmişiyle takıntılı, ailesini ve hayatını hiçe sayabilicek, ilaç bağımlısı, obsesif, manyak bir adam değil miydi? 4. sezonda bunların hepsi bir kenara itildi. Herkes melek oldu ve bir amaca doğru yol almaya başladılar.

Ama ne olursa olsun hala izliyorum. Hala merak ediyorum. Her ne kadar mantığını kaybetmiş olsa da özellikle son 3-4 bölümdür. Diziyi hala büyük bir heyecanla izliyorum, büyük bir heyecanla bekliyorum... Onlar için önemli olan bunu başarabilmeleri zaten. Mantık varmış, yokmuş önemli değil..

9 Aralık 2008 Salı

CANDY

Bu yazıyı Candy'nin kapanış müziği olan 'once upon a time'ı dinlerken yazıyorum. Yani şu an anlatamayacağım kadar saçma ve derin duygular içerisindeyim diyebilirim.. Saçma duygular, çünkü neden böyle hissettiğimi bilmiyorum ve bir şarkının bir insanı bu kadar etkileyebileceği aklımın ucundan geçmezdi. Derin duygular içindeyim çünkü her dinleyiğimde aklıma Candy'nin derinliği geliyor. Derinliği ve sadeliği..

Hepimiz Cennet - Dünya ve Cehennem'i yaşıyor muyuz? Cennette her şey kolay gelir insana. Hayat güzeldir.. Hiçbir şey umrunda değildir. Dünya'da ayaklarının yere basması gerektiğini anlarsın. Düşünürsün.. Ama ayakların yere basmaz, hala havadasındır. Üstelik başkasını da çekersin yukarı. Onu da boşluğa sürüklersin. 'Yukarı'ya, göklere... Sonra durur, düşünürsün. Sorumsuz muyum? Elinden tutup yukarı çektiğim insana neler yapıyorum? Onu umursuyor muyum? Yoksa onu bitiriyor muyum? Bu soruların cevaplarını bulduğunda Cehennem'i yaşarsın. Kendini bilirsin, kendini bulursun, kendini anlarsın.. O gider... Fonda 'once upon a time' çalar, her şey biter... Biter..

8 Aralık 2008 Pazartesi

Christian Bale


Film yapımcılarının oyuncakla oynar gibi metabolizmasıyla oynadığı zavallı bir aktördür kendisi.. efendim şöyle ki; kendisi önce 2004 yılında oynadığı el maquinista filmi için 25 kilo vermiştir ve 55 kilo olmuştur. sonra, 2005 yılında karşımıza bbatman roluyle çıkmıştır. eh haliyle rol batman olunca kilo alması gerekmiştir ve el maquinista’dan önceki kilosunu bile aşarak 85 kiloya çıkmıştır.. 2006 yılında ise karşımıza rescue dawn filminde çıkmıştır. burda da vietnam’da bir mülteci kampına düşen ve aç kalan bir askeri canlandırdığı için rol icabı 27 kilo vermek zorunda kalmıştır ve tekrar 50 kiloya düşmüştür. 2007 yılında ise batman the dark knight’ın çekimlerine başlamıştır ve tekrar 30 kilo almak zorunda kalmıştır ve almıştır da.. şimdilerde 80 küsür kilodur. bir gün ’’-abi zayıf adam lazım kimi çağırsak acaba? - ara christian’ı gelsin’’ şeklinde düşünen film yapımcılarına resti çekip ’’eaah yeter lan. aktörlükten soğuttunuz beni, her şeyi bırakıp, maldivlere yerleşiyorum..’’ derse hiç şaşırmam..

bu kadar filmde oynamış, o kadar kılıktan kılığa girmiştir ve her birinde ayrı ayrı harika performanslar sergilemiştir ama içlerinden biri vardır ki daha 13 yaşındayken kendine aktör diyenlere taş çıkaracak niteliktedir, ayrı bir yeri vardır. evet efendim bu adam henüz 13 yaşındayken spielberg tarafından keşfedilerek oynama şerefine nail olduğu empire of the sun'da kanımca oynayabileceği en iyi performansın da üstüne çıkmış über olmuştur. işte şimdi o 13 yaşındaki çocuk amerika'yı ve imdb'yi kasıp kavuran the dark knight'ta batman rolunu üstlenmiştir ve çok şükür layığını bulmuştur.. oh!

Tamam mı şimdi?

İlk post'um. Heyecanlıyım. Bi hevesle başladım. Umarım devamı gelir. İlk olarak blog'umun ismine esin kaynağı olan pek sevdiğim tim booth eseriyle başlıyım. Sonra gerisi gelir zaten..

What a journey
So hard to describe
Your harbour so small
The ocean so wide
Spin the wheel, spin the wheel
Go wherever she spins
Surrender to this wave that's rolling in

Homing fingers
Starting to dig
Raising expectations
Lifting the lid
There's a show going down
Going deeper within
I long to lose myself
Inside your skin

What a feeling under the stars
My body's rotating from Venus through Mars
There's a war going on Between my head and my heart
I wonder how they grew
So far apart

I'm so shaken, about to explode
The myth of kissing princes is they turn into toads
There's a war going on Between the sun and the moon
Before they come to terms, we'll be consumed
Oh my God
Please take me now
I'm ready for ascension
If I only knew how
Give me wings, give me wings
Now I'm stuck on the ground
Receive this blood and bones
I'm homeward bound

See the statue growing wings
This singer was a virgin
Until he conceived
God is love, God is love...
And her lover I'll be
I long to leave the world in ecstasy

Dance with me around this fire
The dance of bad angels who'd love to fly higher
God is love, God is love
And her lover
I'll be I long to lead the world in ecstasy