21 Ocak 2010 Perşembe

The Hurt Locker ve Kathryn Bigelow


Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, kısırlığından dem vurduğum, eski ihtişamını, bereketini yavaş yavaş kaybettiğini düşündüğüm Amerikan sinemasının bu yıl izlediğim açık ara en iyi filmi The Hurt Locker. Açık ara olması da az önce bahsettiğim kısırlığın bir sonucu. Eskiden Forrest Gump'ın The Shawshank Redemption ve Pulp Fiction'dan oscarı kaptığına üzülürken, şimdi anca bir filmi açık ara favori gösterebiliyoruz. O da tabi ki The Hurt Locker.

The Hurt Locker sadece bu yıl değil genel olarak da izlediğim en iyi savaş filmlerinden biri diyebilirim. Ne duygu sömürüsü var, ne sıradan olmayan abartılı bir durum, ne 'heroic' bir kahraman (bi türlü ölemeyen bir karakterimiz mevcut tabi ama o da bilmiyor neden bi türlü ölmediğini) ne de taraflı bakış açısı var filmde. Çekim teknikleri, oyunculuğu, anlatımı, hızlı geçişleri ve konusu bir belgesel izliyormuş hissi veriyor. Ayrıca yardımcı olmak amacıyla filmde yer alan Guy Pearce, David Morse ve Ralph Fiennes gibi isimleri de ufak rollerde görüyoruz.

Açıkçası filmi izlemeden önce Bigelow'un övüldüğü kadar güzel bir film yapmış olabilmesine bir ihtimal vermemekle beraber (kadın olmasından dolayı değil, james cameron'ın eski eşi olduğundna dolayı. e körle yatan şaşı kalkar) en iyi yönetmen adaylıklarını da sırf ''kadın savaş filmi çekmiş bak görüyo musun'' denilerek verildiğini düşünüyordum. Kadınlar salak değil elbette. Savaş filmi de çekebilirler, romantik komedi de, bilim kurgu da, porno da... Ama izledikten sonra anladım ki gerçekten alakası yokmuş. Bu filmi bir erkek çekseydi de eminim aynı derecede beğenirdim.

Tüm eleştirmenler ve daha önce katıldığı festivallerde aldığı ödüller de benimle hemfikir olacak ki Bigelow'un önce golden globe'u sonra da oscar'ı alacağını söylüyordu ama golden globe'tan eli boş döndü ve en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini eski kocası James Cameron'a kaptırdı, o da Cameron'ın ödülü aldıktan sonra onun hakkında söylediği övgü dolu sözleriyle yetinmek zorunda kaldı. Ben bu yıl Oscar'ın yine Oscar'lık yapıp, sırf beni yanıltmak, benim ödül almasını istediklerimi istememek gibi bir takıntısı olduğu için ödülü James Cameron'a vereceğini düşünüyorum. En iyi filmden umudum yok. Ödül Avatar'a gitmezse Inglorious Basterds'a gider. Inglorious Basterds alırsa üzülmem ama Avatar alırsa sanırım üzülürüm. The Hurt Locker ve Inglorious Basterds varken en iyi film ödülünü haketmiyor Avatar.

Umarım bu eski karı-koca mücadelesinden Bigelow galip çıkar, Oscar tarihinin ilk en iyi yönetmen ödülü alan kadın yönetmeni olur. Hayat da bayram olur.


Hiç yorum yok: